Telefonu yastığımın altına koyup gözlerimi yumdum. Bunu yapmaya hakkı yoktu. O beni her şeyimle, gerçekten her şeyimle biliyorken kendini saklaması anlamsızdı. Kollarımı birbirine geçirip tavanı izlemeye koyuldum. Tavanımda asılı duran led ışıkların mor ve tonlarında yavaş yavaş geçişini izlerken kaşlarımı çatmıştım.
Bir kaç gün önce Bay Daniels beni evden kovduğunda, evin karşısında ki kaldırıma oturmuş ağlıyordum. Arkamdan gelen adım seslerini duysam da bakmak istememiştim çünkü kimsenin beni ağlarken görmesini istemiyordum.
Ve genelde annem olmadığı zamanlarda evden kovulurdum. Annem sürekli iş seyahatlerine çıktığından ikinci kocası Bay Daniels'la beraber kalırdık. O adam gerçekten masallarda ki üvey annelerin erkek hali gibiydi. Annem varken benimle asla iletişim kurmaz, kursa bile çok nazik davranırdı. Fakat annem yokken... Tam bir kötü adamdı. O filmlerde izlediğim kötü adamlardan bir farkı yoktu. Bu güne kadar beni sadece taciz etmemişti çünkü babama benziyordum ve o, Japonlardan nefret ediyordu. Hem ırkçı, hem de şiddete meyilli bir adamdı ve yıllardır bunu anneme kanıtlayamamıştım.
Sürekli yanlış bir şey yapmasam bile kafasına estiği gibi beni kapı dışarı ederdi. Yoktan var ederek bir sorun yaratır ve beş saat benimle laf dalaşı yapar, iğrenir bakışlarını üzerimde gezdirirdi. Okulda yaşadığım sorunları annemden öğrendiğinde hak ediyormuşum gibi olan bakışını hiç unutmamıştım. Sanki onunla bir şeyler gerçekten yaşıyormuşuz gibi insanların yaptığı laf ebeliğine bir cevabı olmamıştı.
Yine annemin olmadığı o akşam beni su bardağını tezgahın üzerinde unuttuğum için yaka paça dışarı çıkardığında dayanamadığımdan dolayı evin karşısında ki kaldırıma oturmuş ağlıyordum ve o gelmişti. Ne kadar acınası bir halde olduğumu umursamamıştı. Üstelik gerçekten acınacak haldeyken.
Omuzlarıma paltosunu örtmüş kaldırımda yanıma oturup beni kendine yaslamıştı. Sıcaklığı ve kokusu beni kısa sürede sakinleştirip ruhumu okşamıştı adeta. Şaşkınlıktan belli bir süre tepki bile verememiştim. Kafamı kaldırıp bakmak istediğimde ise sadece karanlıkta parlayan gri gözleri görmüştüm, burnunu ve dudaklarını örten siyah kumaş parçası ne kadar sinirimi bozsa da hakkında iki şey biliyordum.
Gri göz ve unutulmayacak bir koku.
Bir de çok uzun ve kalıplı olması.
Eh, 21 yaşında olduğunu da unutmamak gerek.
Ellerimden birinin tersini alnıma koyup nefesimi üfledim. Zaten zorlu yaşam standartları içerisindeydim, bir de o sürekli aklımı karıştırıp içimde boş bir umudun yeşillenmesini sağlıyordu.
O umut ne miydi?
Tekrar sevilebileceğime karşı inancımdı. O inancı kaybedeli şurada bir kaç ay oluyordu ama o her şeye gözüm kapalı güvenmemi sağlıyordu. Üstelik kendini göstermeden.
Telefonumun titreştiğini hissettim. Titreşim beni korkutmuştu çünkü bu saatte beni arayacak sadece annem vardı ve o da haber vermeden asla aramazdı. Ekranda ki TDK yazısı büyük bir şoka girmemi sağlasa da titreyen ellerimle aramayı cevaplandırdım.
"Uyuyakalmışsındır diye düşünmüştüm."
Duyduğum boğuk sesten ve kelimeleri telaffuz edişinden onun Türk asıllı olmadığı bilgisi beynimde yer edindi. Fakat bu bilgilerle onu bulmam imkansızdı çünkü kolejimizde yüzden fazla yabancı öğrenci eğitim görüyordu.
"Şimdi uyudun sanırım, ufaklık."
"Hayır.." Çatallaşan sesimi boğazımı temizleyerek düzeltmeye çalıştım. "Ben... beklemiyordum."
"Neyi? Aramamı mı?"
R'lere olan baskısından, Rus olabileceğini düşündüm. Açık göz renginden dolayı da bu düşüncem yerinde olmuştu. Sadece biraz daha konuşturup aksanından nereli olduğunu öğrenebilirdim.
"Evet. Her şeyi gizleyen sensin."
Yatağımda yüz üstü dönerek baş ucumda ki lambayı inceledim. Gri abajur gözüme o an çok tuhaf gelmişti. Şuan odamda ki her şey gözüme tuhaf geliyordu çünkü onun araması tuhaftı. İlk defa anonim biriyle böylesine konuşuyorduk ve beni arıyordu. Üstelik onu engellememe rağmen.
"Aslında ben bir şey gizlemiyorum. Sen görmüyorsun, ufaklık."
Kaşlarımı çatarak dudağımın kenarını kemirdim. Fakat gülümsemekten kendimi alamamıştım. Gerçekten Rus'tu.
"Kocaman olduğun için olabilir mi? Seni görmek için sandalyeye çıkmam lazım."
Erkeksi bir gülüş işitti kulaklarım. O kadar naifti ki o kadar güzeldi ki, benim de gülme isteğimi yeşertmişti fakat kendimi engelledim. Ona sinirli olmalıydım.
Ama neye sinirli olduğumu bile hatırlayamıyordum.
"Uyu artık, ufaklık."
"Tamam babacım." Son harfi uzatarak ve gülümseyerek konuştuğumda kendime engel olamamıştım.
Uzun bir sessizlik oldu, hatta bir ara kapattığını zannedip kulağımdan çekip ekrana baktım ama hayır, kapatmamıştı. Gözlerim yavaş yavaş kapanıp açılırken ani bastıran uykunun sebebini anlayamadım.
"Bazı şeyleri düşünmeden söylememelisin, ufaklık."
Sesi daha da boğuklaşmışken bir süre sadece nefes alış verişlerini dinledim. Mayışmıştım ve sesi beni rahatlatmıştı. Telefonu kulağımla yastığımın arasına koyarak yan döndüm ve esnedim. Yüzümdeki gülümseme hala yerini koruyordu.
"Düşünebilecek bir kafada değilim, uykum var."
"Seni sallamamı ister misin, minik kızım?"
Minik kızım demesi kalbimi hoplatırken dudaklarımdan onaylayan bir mırıltı çıktı. Neye onay verdiğimi bile hatırlayamıyordum ama gözlerim çoktan karanlığa teslim olmuştu.
"İyi uykular, ufaklık."
♥