4.BÖLÜM

54 8 8
                                    

Korkuyordum. Artık çok korkuyordum. İstemsizce gözlerim doldu. Ben nasıl bir durumun içine düşmüştüm, bilmiyordum.
Köpekbalığı ilk saldırısını yapmıştı. Okyanusun ortasında aldığım bu darbeyle oluk oluk kanıyordum. İşin kötü tarafı da köpekbalığının bu saldırısının amacı beni öldürmek değildi. Kanın kokusu ona büyük bir haz veriyordu. Yaptığı saldırıların şiddetinin sınırı yoktu ve ben sadece onun saldırılarından yaralanmıyordum...
"Sorumun cevabını alamadım küçük hanım?" Yutkundum. Derin bir nefes aldım. "Ne kadar borç?" Alaz güldü. İyice üstüme eğildi. "Sadece birkaç yüz bincik küçük hanım. Ama sen kesin bir tutar istersin şimdi. Aşağı yukarı dokuz yüz elli bin. Bir milyondu da Doğa yabancı değil, indirim yaptım. Neyse asıl konumuza dönelim nasıl ödeyeceksin? Senetlerin ödeme tarihi de geçiyor küçük hanım." Küçük hanımı bu sefer imalı söylemişti. Ablam bu kadar harcamayı nasıl yapmıştı. Hayatında on bin lirayı bir arada görmeyen ablam resmen milyonluk borç yapmıştı. "Yalan söylüyorsun! Beni kandırmaya çalışıyorsun. Ablamın bu kadar büyük bir borç yapması imkânsız!" Alaz kafasını iki yana sallayıp geri masasına geçti. "Doğa senin diş hekimliği okuduğunu söyledi. Zeki kızsın! Önüne indirdiğim evraklara ve senetlere bak! Bizde her şey yasal." Önümdeki sehpadan aldığım bütün evrakları inceledim. Elimde tuttuğum kâğıtlarda ölüm fermanım yazılıydı. "Gördüğün gibi ablan şu an borç falan ödeyemez malum tutuklu. Onun kefili sensin. Eğer sen de borçları ödeyemezsen hapise gireceksin. Senetlerin ödeme süresinin bitimi yarın. Yarına kadar süren var! Git... Düşün..." Kapı çaldı. Alaz "Gir!" dedikten sonra Mesut içeri girdi. "Abi, İbrahim abiyle Atlas abi geldi. Seni bekliyoruz gitmek için." Alaz kafasını salladı. "Çıkalım. Zaten burada işim bitti! Hakana söyle gelsin Leylayı evine bıraksın. Düşünmesi gereken bir sorunu var!" Mesut güldü. "Tabii abi!" dedikten sonra Hakan denilen adamı çağırdı. Alaz tam Mesutla çıkacakken aklına bir şey gelmiş gibi geri döndü. Arkadan iki eliyle omuzlarımın hemen aşağısından tuttu. Kulağıma doğru eğilerek " Yarını iple çekiyorum. O eğilmez boynunun önümde kırılışını zevkle izleyeceğim. Hayatımda çaresiz olan çok insan oldu karşımda ama sen! Sen... O kadar güzel taşıyorsun ki çaresizliği itiraf etmem gerekirse bu bana zevk veriyor ve ben bu hayatta çok nadir şeylerden zevk alırım. İnsan nadiren sahip olduğu şeylere sahip çıkmalı değil mi küçük hanım?" En son duyduğum şey gülüşüydü. Köpek balığı avıyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu ve ben dediği gibi çaresizdim.
...
Hakan denilen adam beni alıp eve bırakmıştı. Yarım saattir boş boş duvara bakıyordum. Evi satsam borcun çeyreği bile kapanmıyordu. Evi ipotek etsem o kadar yüksek kredi vermiyorlardı. Verseler benim maaşım yoktu. Maaşım olsa o kadar yüksek kredinin taksiti de yüksük olurdu. Ben şu an öğrenciydim ve bana ancak askeri ücretli iş veriyorlardı ve ben yine bunları ödeyemeyip hapsi boyluyordum.
Ablamın bu kadar iğrenç olduğunu tahmin bile edemezdim ama yine de onu özlüyor ve ona üzülüyordum.
Yarın ne yapacağımı bilmiyordum. Alazdan neden herkesin korktuğunu anlamaya başlamıştım. Deccaldan beş dakika önce doğmuş gibiydi.
O kadar yorgundum ki. Zaten olan olmuştu. Koltuğa uzandım. Koltuğun kenarındaki battaniyeyi üstüme örttüm. Uykuya dalmam çok kısa sürmüştü.
...

Kapı alacaklı gibi çalıyordu. Üstümdeki battaniyeyi yere attım. Kapıyı açtım. Karşımda Doğa vardı. "Doğa! Senin ne işin var burada? Nasıl çıktın?" Beni sol omzumdan itip içeri geçti. Az önce uyuduğum koltuğa oturdu. Saçını arkaya attı. Kısa saçları tekrar önüne geldi. Sağ bacağını sallamaya başladı. Ablam sadece stresliyken bunu yapardı. "Sana diyorum! Duymuyor musun?" Yüzünü bana kaldırdı. Gözleri kıpkırmızıydı. "Mecburdum Leyla!" Kaşlarım çatıldı. "Neye mecburdun? Anlamıyorum seni!" Ayağa kalkıp ellerimi tuttu. "Anlaman lazım beni. Ben yapamadım orada. Kalamazdım. Eğer bunu yapmasaydım beni hapse atacaklardı. Özür dilerim, çok özür dilerim!" Ben ablamın neden böyle olduğunu anlayamadan kapı çalmaya başladı. Ablam sesli bir şekilde yutkunup ellerini hızlıca çekti. Kapıyı açmadan önce ablama tekrar baktım. Bana tekrardan "Özür dilerim!" dedi. Kapıyı açtım. Karşımda üç tane polis vardı. "Leyla Ceylan! Tutuklusunuz!" Ablama baktım, kafasını eğdi. "Ne tutuklu olması? Bir yanlışınız var!" "Leyla Hanım, ablanız her şeyi itiraf etti. Ayrıca şahitlerde tanıklık etti. Uyuşturucu satmak ve kullanmaktan tutuklusunuz." Ablama baktım. Bana bu kadarını da yapmamıştır, değil mi? "Abla bana bunu da yapmadın değil mi? Bu kadar da iğrençleşmedin değil mi?" Ablam polislere bakarken "Leyla artık yolun sonuna geldin! Zorluk çıkarma ve suçunun bedelini yaşa!" Bu ne ya! "Yalan söylüyor. Yemin ederim yalan söylüyor. Ben suçlu değilim." Polisler beni kollarımdan tutup kelepçe takmaya çalışıyordu. "BIRAKIN DİYORUM! BEN SUÇLU DEĞİLİM!" Polisler beni dinlemiyordu. "Leyla Hanım tanık var diyoruz. Lütfen zorluk çıkarmayın!" Tanık mı?! "Kim bu tanık? O da yalan söylüyor, yemin ederim!" Gözyaşlarım akmaya başlamıştı. "Yalan değil! Ben ve arkadaşlarım şahit!" Onun sesi etrafa yayılmıştı. Alaz buradaydı. Sadece Alaz değil. İbrahim, Şirin, Atlas, Özlem, Erdem hepsi buradaydı. Polisler beni yaka paça götürürken onlar ablamın yanına geçti. Hepsi gülüyordu. Alaz ablama sarılıp alnını öptü. Onu belinden tutup kendine sardı. Doğa onun güvenli kollarındaydı. Ben ise işlemediğim suçların bedelini ödeyendim. Ben bu hikâyenin günah keçisiydim.
Kan ter içinde uyandım. Saçımı geriye attım. Derin derin nefes almaya çalışıyordum ama nafile. Koltuğun önündeki sehpadan telefonumu aldım. Saat 03.57. Saatlerdir uyumama rağmen hiç uyumamış gibiydim. Ayrıca terden sırılsıklam olmuştum. Ayağa kalkıp banyoya doğru gittim. Kendime yeni kıyafetler seçtim. Siyah geniş paça pamuklu bir eşofman, üstüne pembe salaş bir kazak seçtim. Siyah iç çamaşırı takımını da yanına indirip banyoya girdim. Üstümdeki kıyafetleri bir çırpıda çıkarıp iç çamaşırlarımla banyodaki aynanın karşısına geçtim. Tenim aşırı beyaz ve hassas olduğundan Alaz'ın tuttuğu kolum hafif morarmıştı. Kilolu biri değilim ama zayıfta değilim bunun aksine bu iki günde baya zayıflamıştım. İç çamaşırlarımı çıkarıp duşa kabine girdim. Suyu ne sıcak ne soğuğa ayarladım. Su bütün vücudumda gezerken gözlerimin dolması saçmaydı. Ağlayamazdım. Güçlü olmak zorundaydım. Yarın büyük ihtimalle hapse girecektim ama Alaz'a bu zevki yaşatmayacaktım. Hapise girerken bile ona boyun eğmeyecektim. Hayatım bitmişti. Anneme verdiğim bütün sözler boşa çıkmıştı. Kafamı yukarı kaldırdım ağlamamalıyım. Gözlerimi sinirle yumdum. Gözyaşlarım duş başlığından akan suyla karışıyordu. Dudaklarım titredi. Bir elim fayansa giderken diğer elim boynuma gitti. Nefes alamıyorum. O Alaz'ın zehir zemberek sözleri boğuyor beni. Yavaşça yere çöktüm. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Ellerimi yerdeki fayanslara vururken "NEDEN BEN BUNLARI YAŞIYORUM" diye bağırarak ağlıyordum. Ben de insandım. Doğduğumdan beri sadece savaşıyordum. Ben sadece normal bir hayat istemiştim. Çevremdeki arkadaşlarım gibi tek derdim derslerimin olmasını istemiştim. Ben neden her zaman yapmadığım şeylerin bedelini ödüyordum. Ben hayata tutundukça hayat sanki daha da kızıyordu buna! Bana bağırıyordu "Direnme artık! Sen kadersiz doğanlardansın. Senin hala nefes alman hata..."
Anlıyordum. Olmuyordu. Ben doğduğumda lanetlenmiştim. Bu lanet bana yaşama hakkı vermiyordu. Ölmek istiyordum. Bu hayatta en arzuladığım şeyin yaşamak olmasını rağmen ölmek istiyordum. Çünkü yarından itibaren sadece ruhum değil bedenimde artık parmaklıklar ardına gidecekti. Eğer herkesin istediği buysa tamamdı. Ben de artık pes ediyordum ama asla Alaz'a boyun

VEDA SENFONİSİ  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin