eleven; "first of many"

370 28 13
                                    

"Bunlar ne?" Declan'ın kapı eşiğine yaslandığı sırada sorduğu soruya kocaman bir gülümsemeyle karşılık verdim. "İçeri giremiyor muyum, küs müyüz yoksa?"

Mason'la ilgili duruma fazlaca kafa yorduğumdan onu biraz ihmal etmiş olabilirdim, bu tamamen benim hatamdı. Ama biliyordum ki Declan beni anlardı. Bu zamana kadar hep öyle olmuştu. O yüzden yataktan kalkar kalkmaz hazırlanmış, kahvaltı bile yapmadan buraya gelmiştim. Mason kahvaltıyı atlamamdan pek hoşnut olmamıştı tabii ama Declan'la bir şeyler yiyeceğimi söyleyerek ikna etmiştim işte.

"Saçmalama," dedi geri çekilirken. Göz devirdiğini fark etsem de bozuntuya vermedim. Alttan alması gereken bendim sonuçta. Her zamanki kibarlığını sergileyerek elimdeki poşetlere uzandığında yakınlığını fırsat bilip kollarımı boynuna doladım. "Trip sana yakışmıyor, Declan Rice."

"Trip atmıyorum."

"Ne demezsin." Kapıyı ayağımla ittirerek kapadım ve mutfağa giden adımlarını takip ettim.

"Jessica," dedi elindekileri tezgaha bırakırken. "Gerçekten trip atmıyorum."

Ciddiyetini ölçmek için gözlerime baktığımda beklediğimden çok daha farklı şeyler görmüştüm. Yorgun görünüyordu. Son görüşmemizin üzerinden yıllar geçmişti sanki, yalnızca birkaç gün olmıştu oysa. "İyi misin?" diye sordum merakıma engel olamayarak. Ne kaçırdım?

Bana doğru iki büyük adım attı ve bir elini omzuma yerleştirdi. "Konuşuruz." Dudaklarını birbirine bastırırken aklına gelen şeyle yeniden bana dönmüştü. "Vaktin varsa tabii."

Hah.

Ellerimi belime yerleştirdim ve alındığımı belli ederek ona baktım. "Sana ne zaman vaktim olmadı, şapşal?" Cevabın hiçbir zaman, olduğu açıktı.

Tek çocuk olarak büyümenin getirdiği büyük eksiklikler vardı. Dışarıdan hoş bir şeymiş gibi görünse de, insanlar kardeşleriyle anne ve babalarıyla olandan çok daha farklı bir bağ kuruyordu ve ben buna hiçbir zaman sahip olamamıştım.

Küçükken yalnız bir çocuktum. Bu biraz benim tercihim, daha doğrusu gelişmemiş sosyal becerilerimin getirdiği zorunluluğumdu. En azından Declan'la tanışana kadar. Declan farklı bir kişilikti. Normalde kreş çağındaki bir çocuktan empati yapmasını beklemezdiniz ama o yapardı. Etrafında olup bitene duyarlı, hassas bir çocuktu. Benim sosyalleşememem ona dert olmuş olacak, bir süre açılabilmem adına peşimde dolaşmıştı. İşe yaradığını söyleyebilirim.

Onun sayesinde küçük de olsa bir arkadaş çevresi edinmiştim. Serbest zamanda bir köşeye sinip diğerlerini izlemek zorunda değildim artık, bu benim için yeni bir dünyaya sahip olmak ile eşdeğerdi.

Büyümek aramızdaki ilişkiyi ya da onun bana olan hassasiyetini değiştirmemiş, aksine bizi birbirimize daha da sıkı bağlamıştı. Ve bir gün, tam olarak ne zaman olduğunu anlayamasam da, içimdeki o boşluğun dolduğunu hissetmiştim.

Aynı anneden doğmamış ya da aynı evde büyümemiştik ama bizim hikayemiz çok daha güzeldi, hayat bizi milyonlarca insanın arasından seçerek bir araya getirmişti. Bir daha ayrılmamak üzere.

"Ne içersin?" diye sordu yorgun ifadesi geniş bir gülümsemeyle aydınlanırken. Onunla ilgili en sevdiğim şeylerden biri de buydu, yanında olduğum için mutlu olduğunu görebiliyordum. "Çay olabilir." Tezgaha dönmesiyle ona doğru adımlayarak koluna girmem bir olmuştu. "Sevdiğin donutlardan aldım."

"O zaman yardım et de içeri taşıyalım."

"Hay, hay!"


london boy | mason mountHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin