2

223 39 20
                                    

iki saat üst üste gördüğümüz matematik dersinin son on dakikasındayız. changbin yanımda ruhunu teslim etmek üzere.

"hoca bitir hoca nolur bitir!"

sırada arkaya yaslanmış, başını geriye atıp duvara yaslamış kendi kendine söyleniyordu. fakat bu söylenişleri biraz sesli hal almış olmalı ki matematik öğretmenimiz bay park tahtaya yazdığı soruyu bitirip en arka sırada oturan bize döndü.

"changbin? bir şey mi dedin?"

changbin adını duymasıyla oturuşunu düzeltti ve toparlandı. gözleri hızla tahtayı taradıktan sonra bay park ile göz teması kurdu.

"cevap 4 mü demiştim de ben..."

bay park önce tek kaşını kaldırıp changbin'e, sonra soruya baktı.

"aferin, doğru."

olayı sırıtarak izlerken cevabın doğru olduğunu duymamla gözlerim şaşkınlıkla açıldı ve changbin'e baktım. aynı şaşkınlığı hemen önümüzde oturan chan ve hyunjin de paylaşıyordu. hyunjin arkasını dönüp changbin'in kafasını tuttu ve iki yana salladı.

"nasıl çözdün lan? hoca soruyu yazalı daha 2 dakika olmadı."

changbin şaşkın yüzlerimize bakıp sırıtarak arkasına yaslandı ve bir kolunu arkaya attı.

"tanrı vergisi bir zekam var. bakar bakmaz cevabı gördüm."

bu sırada sessiz kalan chan, bir anda changbin'in önündeki kitabı kaldırıp bize gösterdi.

"hocayla aynı test kitabını almışsın puşt. tabii görürsün cevabı."

chan'ın bu çıkışıyla gülmemi tutamadım. sessiz sessiz kıkırdarken changbin bu kadar hızlı ifşa olmasıyla somurtup kitabı chan'in elinden çekip aldı.

"bakar bakmaz gördüm işte. nereye baktığım önemli burada. ben cevap anahtarına baktım."

o kendince saçmalarken hyunjin changbin ile uğraşmayı bırakmamıştı. zaten çözülen son sorudan sonra birkaç dakika kaldığı için hoca serbest bıraktı. bu yüzden rahatça sinir edebiliyordu changbin'i hyunjin.

zilin çalmasıyla chan yerinden kalktı. "kantinden bir şey istiyor musunuz? hayır mı? tamam ben hemen dönerim."

cevabımızı bile beklemeden hızla sıradan çıktı ve kapıya doğru koşar adımlarla ilerledi.

arkasından seslendim. "bekle, ben de geleceğim!"

kapıdan çıkıp yana döndüğünde, duvar kenarında oturduğum için changbin'i iterek sıradan çıktım ve sınıftan dışarı çıktım.

chan kapının yanındaki duvara yaslanmış, telefonuna göz atıyordu. yanına gitmem ile telefonunu cebine attı ve merdivenlere yöneldik.

"çok önemli bir şey soracağım."

başımı yana çevirip sorusunu bekledim. çok ciddi bakışlarla bana döndü ve bir eliyle omzumu tutup sordu.

"geçmişe gidip büyükbabanı öldürürsen ne olur?"

chan'in dudaklarından döküldüğünü bir milyonuncu kez duyduğum soruyla ciddi bakışlarımı devirip derin bir nefes verdim.

"bir sik olmaz kardeşim, katil olursun."

kantinden içeri girerken çocuk gibi ayağını yere vurup mızmızlandı. "ya minho!"

kolundan tutup kantin sırasına ittim onu. kuantum fiziği ve paradokslarla kafayı bozmuştu. her gün gelip farklı bir şeyler anlatıyor, anlamadığımızı görünce de yine büyükbaba paradoksuna dönüyordu.

greenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin