İlk bölümler biraz kısa olabilir ama sonrada uzatacağım. Yazmakta zor iş ha🥵
Yazım yanlışları yapabiliyorum ama şimdilik görmezden gelmeye çalışalım canlar.
~
Aslında okulun başında yanlız olan Azra ile arkadaş olduğum doğru, beni kopyaladığıda doğru. Ama bunlar işin başıydı. Bir süre sonra herkes onun etrafına toplandı, sınavlarımda düşüş yaşandı ve "ailem" ile büyük problemler yaşadım. Hayatım dağıldı. Yalakalık yaptım. Gururum yerlerde süründü ve daha nicesi.
"Tsk, tsk yazık."
Cennette miyim? Gözlerimi hafif hafif açtım. Karşımda bulanık bir silüet bağdaş kurmuştu. Görüşüm biraz daha netleşti. Siyah saçlı, kırmızı gözlü bir oğlan duruyordu. Atom gibiydi. Çok yakışıklıydı.
"Acayip yakışıklısın."
Ops, ağzımdan kaçırdım. Gözlerini kıstı ve elmacık kemiklerini ortaya çıkaracak şekilde kahkaha attı.
"Biliyorum."
Peki kim bu adam? Burası cennet mi? Artık rahat mıyım?
"Burası, cennet mi?"
Etraf beyaz, beyazlıktan başka bir şey yok ve tabi bu beyefendi hariç.
"Sence?"
Adam bağdaş kurmaya devam ederken başını bana doğru eğdi. Gözleri çok güzel.
"Bence c-"
"Seninle bir anlaşma yapalım Aster."
Lafımı mı kesti o? Ayrıca Aster de ne oluyor?
"Bak, sanırım buranın neresi olduğuna ya da neler yaşadığına dair hiç bir fikrin yok."
Evet, doğru söylüyor.
Bir anda elleriyle garip garip hareketler yaptı ve ürkütücü bir ses ile konuşmaya başladı.
"Burada kötü güçler bana işkence ediyor. İnanır mısın şu beyazlıkta tek başıma yaşayıp öleceğim. Ama.. Kurtulmam için bir yol var."
Bunu söyledikten sonra elimi tuttu ve gözlerimin içine baktı.
"Senin gözetimin altında olmak şartıyla kurtulabileceğim. Sana yük olmayacağım. Sadece yanında durmam bile yeter."
"Neden gözetimim altında olma şartın var? Biraz saçma geldi söylediklerin."
Ah, şu an bunun saçma gelmesi mesele değil. Her şey o kadar saçma ki. Neler oluyor neler bitiyor anlayamıyorum.
"Bende biliyorum bunun saçma olduğunu ama kafa yormaya denmez. Eğer beni kaybedersen cezasını çekecek olan sensin zaten. Ayroca buraya senin gibi insanlar nadiren gelir. Önemlisin yani."
Dur dur dur. Şu an aklım çalışmıyor olabilir ama o kadarda kıt değilim. Neden işin ucu bana değecekse böyle bir işe kalkışayım ki?
"Ceza derken neyi kast ediyorsun?"
Başını eline dayayıp ileriye baktı.
"Çokta büyük bir şey değil. Sadece beni bir daha göremezsin o kadar. Şimdi kolyeyi birlikte tutacağız ve uyuyacaksın."
Bu adama güvenmemeliyim, bu adama güvenmemeliyim.
"Hayır."
Gülümsedi.
"O halde, nasıl geri döneceğini söylemem."
"Bende başkasına sorarım."
"Diğerleri burda yaşamıyor ve yaşasa bile onları görmezsin. Sen bana, ben de sana özelim."
En fazla öleceğim, zaten ölü olmam gerekmez miydi?
"İnsanlar yanımda seni görünce ne düşünecek, seni beslememem gerekiyor mu, benden kaçmak gibi bir şansın yok mu?"
Elleriyle saymaya başladı.
"İlk olarak, istersem görünmeyebilirim. İkici olarak, kendi kendime beslenebilirim. Üçüncü olarak, senden kaçmayacağım. Söz."
Gelelim asıl soruya.
"Ben ölmedim mi, bu kolye ne anlama geliyor?"
Kolyeyi elimden alıp incelemeye başladı. Bu çocuğa karşı gelemiyordum. Sanki beni hipnotize ediyordu.
"Öldün ama bu kolye seni hayatta tuttu. Bu kolyenin bir çok özelliği var. İzerinde bu kolye varken ölmek bunlardan birisi, diğeri ise benim dünyam ile senin dünyan aradında bir kapı görevi görmesi. Başka bir çok özelliği olmalı fakat bunlardan bende emin değilim. Şimdi kolyeyi tut ve uyu Aster."
Onun yanında uyumak pek güvenli gelmesede sanırım akışına bırakmam gerkiyordu.
"Aster de nedir?"
"Uyu hadi, Aster."
O gözlerini bana dikmişken uyumak biraz zor olsada çoktan göz kapaklarım kapanmaya başlamıştı.
~
*bip bip bip*
"Bırak şu kabloları. Rezil etme beni milletin içinde. "
Kadının hoşuna gitmeyen hareket tekrarlanmış olmalı ki yine konuştu.
"Seninle evde görüşeceğiz Yiğit. Böyle devam et."
Ah, bunlar üvey annem ve kardeşim olmalı. Annem hareketlendi.
"Doktor bey, gözleri kıpırdıyor."
Ve tekrar uykuya daldım.
Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. Oda boştu ve kollarıma saplanmış olduğunu hissettiğim iğneler yoktu. Sağıma baktığımda odanın aslında boş olmasığını fark ettim. Kırmızı göz yayılmış biçimde sandalyeye oturmuş bana bakıyordu.
"Sonunda uyandın. Ufakta olsa bir yüreğim olduğu için uyanmamı bekledim. Bayada sürdü açıkçası. Beni serbest bıraktığın için teşekkürler Aster. Aptalca davrandın ve pişman olacaksın çünkü şimdi buradan defolup gidiyorum ve bir daha görüşmeyeceğimizi umuyorum. Cezan konusunda ise sana ufak bir yalan sçulemiş olabilirim. Muhtemelen kısa bir süre sonra yakalanacak ve beni bulduğun beyaz boşluğa tıkılacaksın. Görüşmek üzere. Başarılar."
Bir iki saniye aklım kesmedi ve sonrasında nasıl bir durumun ortasınsa olduğumu anladım ama o zamana kadar hareketlenmiş ve oda kapısına yönelmişti. Kendimi kalkmaya zorladım fakat kalkamıyordum. En son yataktan düşüp emeklemeye çalıştım ama geç kalmıştım. O sırada odaya Mert girdi. Kestane rengi saçları dağınıktı ve yeşil gözleri bana endişeyle bakıyordu.
"Hazal iyi misin?! Hazal!"
"Ben iyiyim, neden buradasın?"
Yanıma geldi ve beni kucağına alıp yatağa geri yatırdı. Normalde böyle bir durumda sevinçten yerimde duramazdım ama bunun için doğru bir vakit olduğunu sanmıyorum. Ben Mertten hoşlanıyorum. O çok kibar, yakışıklı ve bana karşı diğerlerinden çok daha farklı davranıyor.
"Hastanede bir işim vardı ve seninde burada olduğunu öğrendim. Bıçaklanmışsın, canın yanmış olmalı. Az daha derine girseydi ölebilirdin. Seni kimin bıçakladığını yakında ortaya çıkacaktır."
Ne? Beni kimin bıçakladığı apaçık ortada.
"Beni Azra bıçakladı, bunu bilmiyor muydun?"
Kaşlarını büktü ve bana doğru biraz eğildi.
"Yeni uyandığın için kafan karışık olmalı ama emin ol ki seni Azra bıçaklamadı. Başka bir Azradan bahseditorsan orası ayrı ama bunlaro düşünme ve dinlenmene bak. Beş güne taburcu oluyormuşsun diye duydum."
Burada ne kadar kaldım ki acaba. Neyse, bunlar önemli değil, önemli olan o hiçliğe düşmemek.
"Az önce.. Buradan çıkan bir adam gördün mü? Siyah dağınık saçları ve kırmızı gözleri var."
Yine az önceki yüz ifadesini yaptı ve elini yanağıma koydu.
"Biraz uyu, ben gidiyorum. Yakında yine görüşürüz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALEVİNDE
Romance"Eğer, o kolyeyi hiç bulmamış olsaydın, gözlerini, gözlerini asla görememiş olsaydım, saçlarına hiç dokunamamış, uyurkenki mucizevi güzelliğine hiç bakamamış olsaydım, nasıl yaşayabilirdim ki?"