Lisenin en zor olduğu zamanlar on ikinci sınıf olunduğu zamanlardı. Amaçsızca geçen yılların ardından gelen sınav kaygısı insanın omuzuna tonlarca yük bindirirdi. Hatta insan öyle bir zamana denk gelirdi ki keşke derdi, gerçekten bir yük olsa da taşısaydım. Çünkü gelecek kaygısı taşımak hepsinden, her şeyden daha ağırdı.
Sonun ne olacağı belli olmayan bu dünyada olabildiğince hayatını yaşamaya çalışıyordu Kerem. Sınav kaygısı yalnızca üzerine geceleri çökerdi o da düşünecek bir şek bulmadığından. Okuduğu lisenin orta düzeyli öğrencisi, arkadaş ortamının olmazsa olmazı, aşağı mahallenin haz etmediği o insan. Bir de annesinin kuzusuydu.
Kısacası tipik bir liseliydi Kerem.
Her cumartesi akşamı olduğu gibi kramponlarını bim poşetine katıp ayağına geçirdiği spor ayakkabılarla aşağı mahalle ve kendi mahallesi arasında kalan sahaya ilerlemek için hazırdı. Üzerinde 99 numara, İcardi forması vardı. Altında da aynı formanı altı.
Havanın serin olma ihtimaline karşı yanına galatasaray ceketini de almıştı. Kısacası Kerem, tam bir galatasaray fanatiğiydi.
Küçüklükten gelen bir şeydi bu. Babası kulağına önce adını, sonra galatasaray marşı söylemişti. İlk oyuncağı peluş galatasaray topuydu. İlk izlediği çizgi film tsubasa, ilk kelimesi gol olmuştu.
Bundan dolayı futbola karşı ayrı bir sevgisi vardı.
"Alo, Halil'im geliyor musun?" dedi Kerem telefonu kulağına götürüp. Yine kadroyu kontrol etme işine girişmişti. Çok önemli bir maçtı bu maç. Her ay yaptıkları bir gelenekti ve sonucun durumuna göre ortalığın cehennem yeri mi yoksa cennet gibi bir yer mi olacağını belirlerdi.
"Geliyorum, çıkıyorum beş dakikaya." karşı taraftan aldığı olumlu cevap Kerem'in içine su serpmişti.
"Tamam pirim, ben de gidiyorum şimdi. Hadi görüşürüz."
Pirim, onlar için basit bir sıfat değildi. Kerem'in en yakınlarından birisiydi Halil. Arkadaşlıkları daha beşik döneminde başlamıştı. Aileler bile iç içeydi. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Öyle ki Halil birinden dayak yiyorsa muhakkak Kerem de dayak yerdi. Eğer Kerem birinden dayak yiyorsa Halil de bundan nasibini alırdı.
Karşı tarafın görüşürüz cevabından sonra telefonu kapattı Kerem. Araması gereken insanları kafasında değerlendirdi. En geç kalan Halil'di ve geliyordu. Bu yüzden sorun yoktu.
Yunus tahminince gelmişti çünkü her gelişinde orada oluyordu. Üstelik evi sahaya oldukça yakındı. Gelmemiş olsa da iki dakika bile sürmezdi gelmesi.
Kaan'ı rahatsız etmek istemedi. Kendisinden iki yaş daha büyük olduğu için gelip gelmeme kararını kendisi verirdi. Abilerine karşı birazcık çekingendi Kerem ister istemez. Ayrıca Kaan, kendisi gibi bu mahallede doğup büyüdüğü için bu maçı kaçırma gibi bir ihtimali yoktu.
"Siktir ya." diye mırıldandı. Aklına gelen ismi en başta araması gerekiyordu. Bunu unuttuğu için kendine küfür etmişti. Söylene söylene rehberden bulduğu ismi aradı.
Çaldı, çaldı, çaldı.
Kırk saniyelik çalmadan sonra açılan telefonla duyduğu uykulu alo sesiyle karşılaşmak karadenizli damarını çıkarmaya yetti.
"Sakın Berkan, sakın uyuyorum deme bana." sesi mahallede yankılanırken kendisine dönen üç beş bakışla utanarak dudaklarını ısırdı. Tanıdık olan yüzlerin sıcak gülümsemesiyle karşılaştığında utangaçlığı bir nebze de olsun azaldı. Bu mahallenin çocuğu olduğundan herkes ona karşı daha sıcaktı, daha ılımlıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
zamanın sonu | altay - kerem
Short Storykerem & altay "neydi , seni böyle bende saklayan? neydi, beni böyle her gün yakan?"