bir

270 32 64
                                    



"Siyeon, mızmızlanmayı bırak ve tabağındakileri bitir!"

Ellerime dolanan prensesli yorgan, yastık kılıfı ve çarşafı hızlı bir şekilde banyoya yetiştirmeye çalışırken bir yandan da ısrarla inatlaşmaya devam eden küçüğüme sesimi duyurmaya çalışıyordum.
Islanmış olan çarşafı ve nemli yastık kılıfını çamaşır makinesine attıktan yorganı gelişigüzel makinenin üzerine bırakıp hızlı adımlarla mutfağa ilerledim.
Tabağı, hiç eksilmeyen kahvaltılıklarla olduğu gibi dururken derin bir nefes aldım ve yanındaki sandalyeyi çekip oturdum.

"Ama yememişsin hiç... Karnın açken götüremem ki seni."

Uzun kirpiklerini birkaç kez kırpıştırdı, utangaç bakan gözlerini yavaşça tabağında ve masada duran diğer şeylerde dolaştırıyordu. Bu bakışları biliyordum.

Daha beş yaşında olmasına rağmen, üzülerek söylüyorum ki, ailesini bir arada göremiyor ve onlarla birlikte yaşayamıyor olmak Siyeon için üzücü bir travmaydı. Bir senedir kötü ya da tüm gün üzgün gezmesine sebep olacak rüyaları yüzünden bazenleri uykusunda altına kaçırıyor, uyandığında bunun utancıyla gözlerime dahi bakamıyordu. Ona defalarca kez bunun onun elinde olmadığını, utanmaması gerektiğini güzel dille anlatmıştım fakat yaşı gereği bu utancın önüne geçemiyordu.
Bu olay ilk yaşandığından beri onu düzenli olarak çocuk terapistine götürüyordum. Bazı zamanlar bir şeyler iyiye gidiyor gibi oluyordu ancak ardından tekrar onu üzen bu durum yaşanıyordu ve açıkçası tüm bunları toparlamak oldukça zor bir meseleydi.

Siyeon'un babası olarak ona küçük yaşta bu üzüntüyü tattırdığım için çok kez kendimi suçluyordum ancak bir evlilikte işler yolunda gitmediği zaman maalesef ki elden bir şey gelmiyordu.
Ayrılmayı düşündüğünüzde evinizde dört yaşında bir çocuğunuz varsa bile.

Onun bir şey demesini beklemeden gözünün önüne düşmüş olan bir tutam saçını alıp kulağının arkasına yerleştirdim ve kahvaltı masasına oturmadan önce topladığım saçlarına tekrar bir göz gezdirdim.

"Bebeğim, sorun yok. İyisin, iyiyim ve iyiyiz. Unuttun mu bunu tekrarlamayı?"

Nihayet gözlerini tabağından çekip benim gözlerimle birleştirdi ve küçük dudakları yavaşça gülümser gibi gerildi.
"İyisin, iyiyim ve iyiyiz."

Şirin yüzünde görmeyi çok sevdiğim gülümsemesi yerine yerleştiğinde tüm karışık düşüncelerim aklımdan silindi.
İyice yaklaşıp dudaklarımı saçlarına bastırdım ve bu daha da gülümsemesine sebep oldu.

"İkimiz de iyiysek bu tabak bitiyor, anlaşıldı mı? Yoksa okulun ilk gününde arkadaşların ve öğretmenin karnına dokunup, 'eyvah, Siyeon'un babası onu aç bırakmış' mı desin?"

Karnını gıdıklayarak söylediğim cümleler Siyeon'un kıkırdamasına sebep olurken bir yandan başını 'hayır' anlamında iki yana sallayıp duruyordu.

"Tamam tamam! Yiyeceğim ve kimse seni suçlamayacak."

Yavaş yavaş tabağındakileri yemeye başladığında yanından kalkıp çantamı kontrol etmeye gittim.
Bugün Siyeon'un anaokulunda ilk günüydü ve akşamında heyecanlı olsa bile şimdi içindeki küçücük gerginliğin yavaşça ortaya çıktığının farkındaydım. İnsanlarla çok iyi anlaşan, büyümüş de küçülmüş dediğimiz o susmak bilmeyen çocuklardan olmamıştı hiçbir zaman. Aksine, içine kapanıktı ancak bunun tam tersi olarak arkadaş edinmeyi de severdi.

Siyeon'u okuluna bıraktıktan sonra iş yerime gitmem gerekiyordu.
Normalde her sabah sekizde açtığım kitap dükkanımın açılış saati hayatımıza yeni dahil olan bu 'anaokulu olayı' sebebiyle bir-iki saat ileriye kaymıştı.
Tüm günümü kızımın yaşıtları da dahil her yaştan çocuklarla geçirmek, Siyeon'dan ayrı kaldığım zamanlarda az da olsa iyi hissettiriyordu.

lullaby || jihope Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin