The Willow Maid

280 35 15
                                    

Ormanda yürüyordum. Kıvırcık kahverengi saçlarım rüzgar ile dans ediyordu. Bu güzel havada ormanın içinde kaybolmuş olmam da yeterince komikti. Elimin terinden dolayı avcı yayım da yeterince kötü olmuştu. Ellerimi üzerime sildim. Bir süre daha yürümeye devam ettim. Birkaç saat önce kaybettiğim geyiğin peşindeydim. İzleri ise belli belirsizdi. Onu bulma umuduyla buradaydım. Başka bir amacım yoktu. Bir des duymam ile dikkatim tamamen dağıldı. Ne hoş bir melodiydi bu? Bir insan mıydı bu sesi çıkaran? İnanamadım bile. Çalılıkların arasından geçerek sesi takip ettim. O sesi bulmak istiyordum.

Bir söğüt ağacı görmemle durmam bir oldu. Ne görkemli bir ağaçtı bu? Toprak ana'nın değerli hazinesi olmalıydı bu ağaç. Dikkatli baktığımda ise kızıl saçlı mavi gözlü bir çocuk gördüm. Ne güzeldi bu çocuk. Ses bu çocuktan mı geliyordu? Bu çocuğu yaratan tanrı beni yaratan tanrı ile aynı mıydı? Hayır beni yaratan tanrı olamazdı. Ben sadece bir avcıydım o ise tanrının gözdesiydi. Beni tanrının biricik kulu büyülemişti.

"Benimle gel oğlum, söğüt yatağından gel" Ağzımdan güzelliği ile ilgili bir çok şey söyleyerek çağırabilirdim fakat ağzımdan sadece bunlar çıktı. Ne var ki, çocuk sadece bana bakarak başını salladı. Afalladım. Kendimden utandım. Büyük kabalık ettim. Tanrının biricik kuluna saygısızlık ettim. Yerin dibine girmek istedim. O ise bana bakarak "Gör beni şimdi, burayı terk edemem; beni dinle şimdi, seni takip etmemi isteme." Ağzından çıkan sözcükler kalbime saplandı ama umrunda değilmiş gibi o şarkısını mırıldanmaya devam etti. Ne kadar söylese de ne fayda, Ben ona vurulmuştum. Etrafı aradım. Güzelliğine değer çiçek aradım ve yerde sarı bir çiçek buldum, ona uzattım. Tanrının biricik kuluna yakışır derece güzel bir çiçeği verdim. Onu görmem bile benim için tanrının büyük hediyesiydi aslında. Ben bunu kızıl çozuğa bakarak düşümürken kızıl çocuk gülümsedi, Bir kere daha öldüm onun için. Ben onun için ölürken o çiçeği kulağının arasına sıkıştırdı. Ne kadar da yakışmıştı öyle. Narin hareketleri beni benden aldı. "Oğlum." dedim. "Kalbimi ele geçirdin. Ah, şimdi senin kölen olurum." dedim. Söylediklerimde de ciddiydim. Ancak kızıl çocuk oralı olmadı, evlenmeyeceğini söyledi. Ne yakın bir zamanda, ne uzak bir zamanda, ne de kısa bir süre sonra.

Ertesi gün ne kadar üzülzem de daha çok sinirliydim. Aptal bir aşıktım. Sinirlenmem doğaldı. "Mavi gözlü periyi alacağım ve o benim eşim olacak. Şimdi reddedebilir ama fikrini değiştirecek." diye düşündüm. Elimdeki balta ile ormana ilerledim. O görkemli söğüt ağacının önünde durdum. Kızıl saçlı buraya neden geldiğimi sordu. "Seni özgür bırakacağım." dedim. Çocuk ne kadar yalvarsa da dinlemedim. Görgüsüzün tekiydim. Çocuğu kendime istedim. Toprak ana'nın kıymetli söğüt ağacına bile acımadım hatta o söğüt ağacın yerinde olmak istedim. Ağacı kestiğimde çocuğa döndüm. "Şimdi söğüdün düştü, artık bana aitsin." dedim yüzsüzce.

Kızıl çocuk son kez omzunun üstünden ağaca baktı. Acı bir çığlık atarak yere yığıldı. Yeşil topraktan onun yerine yakut kırmızısı bir çiçek büyüdü. Güneş batarken çiçek açtı. Şaşkınlığımın yerini acı kapladı. Yüzsüzlüğümün, görgüsüzlüğümün eseriydi olanlar. Ormandaki diğer periler uçmaya başladı. Çocuğun şarkısını söylemeye devam ettiler...

Kısa bisi yazim dedim aklıma ufak bir peri masalı geldi ben de  masalı ve "The willow maid" şarkısını uyarladım adam olana çok bile arkadaslar

ulan spotifyimizi calmislar-soukokuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin