Giriş

28 4 0
                                    


Herkes kalenin büyük salonunda toplanmıştı. Güneş, kalenin camlarından yansıyor ve iki kardeşi aydınlatıyordu. Erus kafasını çevirip ağabeyine baktı. Taç giyme töreninde olması gereken bir kardeş gibi sağında duruyordu. Onu daha dikkatli incelerken gözlerinde çok karanlık bir zafer pırıltısı olduğunu açıkça görebilmişti. Son zamanlarda onda bir farklık olduğunu seziyordu. Anne ve babalarının ölümü belki de onu farklı bir şekilde etkilemişti. Ama Erus bu farklılıktan hiç haz etmiyordu. Baş avcı Prens Argus'u tahtın merdivenlerine çağırdı. ''Bugün burada hepimiz yeni kralımızın tahta çıkmasına şahitlik yapmak için buradayız.'' Yanında duran kraliyet tacını eline alırken Argus dizlerinin üzerine çöktü. Baş avcı sözlerine devam etti. ''Prens Argus, sizi Amore'un Kralı ila-'' fakat daha sözünü tamamlayamadan kalenin camlarından büyük salonun ortasına doğru çok yoğun ve sert bir rüzgar esti.

Esen rüzgar küçük bir hortum şeklini alırken yavaşladı. Salonun içini aydınlatan altın ışıklar kayboldu ve yerini soğuk, kasvetli bir havaya bıraktı. Hortum yavaş bir şekilde Argus'a yaklaştı. Argus hortumla yüzleşmek için yavaşça doğruldu. Vücudu gerilmişti ve yüzü kireç gibiydi. Bir anda salonda kadife gibi bir ses konuşmaya başladı. ''Prens Argus, sen kalbinde olan bu boşlukla yönetemezsin.'' Salondan fısıltılar yükselmeye başladı. Argus'un gözleri nefretle kısıldı. ''Kalbini saran bu kötülükle bu tahta layık değilsin. Bu tahtın esas varisi adil olmalıdır ve kalbinin derinliklerinde nefrete yer vermemelidir, sevgiyi taşıyabilmelidir. Sen kalbini kötülükle kirlettin. Bu tahtın esas varisi kardeşindir. Erus.'' Sesin söyledikleriyle Argus ve salondaki herkes kafasını Erus'a çevirdi. Fısıldaşmalar yerini şaşkınlıkla dolu seslere bıraktı. Argus'un gözlerindeki nefret birden daha da alevlendi. Hem de bu sefer kardeşine karşı.

Argus büyük bir sinirle hortuma geri döndü. ''Buna sen mi karar vereceksin büyük Doğa Anamız?'' Sesini daha da yükselterek devam etti . ''Bu taht benim hakkım. Bu taht ve bu halk benim. Her şey bana ait.'' Duraksadı ve dudağının kenarıyla gülümsedi. ''Sen bile.'' Hortum bu sefer hiddetlenerek büyüdü, öfkesini herkes gördü ve hissetti. ''Sen hak etmeden elde etmeye çalıştın. Doğaya karşı affedilmez bir suç işledin. Kral ve kraliçeni öldürdün, babanı ve anneni.'' O an tüm dünya saniyelikte olsa durmuştu. Öz oğulları, biricik varisleri gerçekten taht uğruna kral ve kraliçeyi öldürmüş müydü? Erus'un boğazı kurudu, gözleri yandı. Ailesinin yasını tutarken kardeşinin ihanetiyle sarsıldı.

'' Kaderin konuştu, ihanetine denk bir bedel ödeyeceksin. Bu tahta sahip olamayacaksın ama nefretinin bedelini canınla ödeyeceksin.''Hortum geldiği gibi şiddetle eserek kalenin camlarından dışarı süzüldü. Hortumun gitmesiyle güneşin altın ışıkları salonu tekrar aydınlattı.

Güneş salonu aydınlatsa bile kasvetli havayı ortadan kaldıramadı. Herkes şaşkın ve korkmuş görünüyordu. Gözler, Erus ve Argus arasında giderken fısıldaşmalar tekrar başladı. Erus yaşananlar karşısında nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordu. Ağabeyinin yaptığı affedilemezdi ve bunu kabullenmek istemiyordu. Ama duyduklarını da inkar edemezdi. Bir anda ona duyduğu bütün sevgi paramparça oldu. Artık o da nefretle bakıyordu.

Herkes olacakları beklerken Baş avcı, avcılara döndü. ''Yakalayın.'' Ortalık karıştı. O sırada Argus içindeki alevlenen öfkeyle ve büyük bir gürlemeyle Baş avcıya saldırdı. Salon bir anda karıştı; avcılar Baş avcıyı korumak için Argus'un önüne geçtiler. Sinirden deliye dönen Argus bu sefer kardeşini hedef aldı. Elini kınına götürüp kılıcını çekti. ''Sen kral olmak için doğmadın Erus. Ben kral olmak için doğdum.'' Erus bu sözler ile birlikte duraksadı. ''Elinden bu hakkı alacak kimse yoktu. Bir hiç uğruna anne ve babamızı öldürdün. Şimdi ben de seni öldüreceğim.'' Argus tam ileri atılırken Erus kılıcını çekti ama o sırada iki avcı Argus'u kollarından yakalayıp onu olduğu yerde sabitledi.

Baş avcı boğazını temizleyerek Argus'un önünde belirdi. ''Prens Argus, Amore'un kral ve kraliçesini öldürmekten seni suçlu buluyorum. Bunun cezası ölümdür; ama siz saf kan bir cadı ve aynı zamanda kraliyet hanedanındansınız. Bu yüzden sizi kuzey dağlarındaki lanetliler hapishanesine götürüyorum.'' Herkes dikkatle Baş avcıyı dinliyordu. Baş avcı Varro yüzünde iğrenir gibi bir ifadeyle Argus'a bakarak sözlerine devam etti. '' Eğer en ufak bir direnişte bulunursan kanın seni bu defa korumayacak.'' Argus kollarını tutan avcılara baktıktan sonra başını öne doğru eğdi ve büyük bir patlama sesiyle olduğu yerde kayboldu. Herkes şok içinde çığlık atarken ikinci bir patlama sesi daha duyuldu ve salonun büyük pencerelerinden içeriye iki tane ejderha girdi. Birisi kıpkırmızı pulları olan ve mavi gözlere sahip uzun bir ejderhaydı, diğeri aynı uzunlukta ve aynı mavi gözlere sahip yeşil bir ejderhaydı. Sanki ikiz gibi pullarının şekilleri birbirlerini tamamlıyordu.  Bir grup avcı ejderhaların etrafını sararken bir diğer grup insanları güvenli bir yerlere götürmeye çalışıyordu. Bu sırada Argus iki ejderhanın ortasında belirdi ve dönüp Erus'a baktı. ''Geri geleceğim. Son varis için, kızın için geleceğim kardeşim.''  dedi ve yeşil ejderhanın pençesine tırmandı. Ejderhalar avcılara fırsat dahi vermeden girdikleri pencerelerden çıkarak gözden kayboldular. Bu Erus ve diğer tüm krallığın Argus'u son görüşü oldu. 

Nefes ve KanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin