TANITIM

309 29 19
                                    

NİSA KARAYELİ

Küçük kızı korumak için önüne geçtiğimde bir bomba daha patladı. Küçük kız bombanın çıkardığı sesin şiddetiyle kulağını kapattı. Acele ederek kızı alıp enkaz yığını olan evin kalan duvarına doğru koştum. Duvarın arkasına geçmeme iki adım kala küçük kızın eli elimden kaydı, o an elimdeki sıcaklık yerini büyük bir soğukluğa bıraktı.Korkuyla arkama baktığımda küçük kızın acı çığlığı kulaklarımı bir zehir gibi doldurdu.

'Dur' diye bağıracağım sırada kirli yüzlü, eli yüzü kanla kaplı olan bir adam ben henüz neler olduğunu kavrayamadan bir anda kızın kafasına silahı dayadı ve birkaç saniye içerisinde silahtan çıkan kurşun kızın kafasını delip geçti. O korkunç ses benim genzimden mi çıkmıştı yoksa patlayan silahtan mı gelmişti bilmiyordum ama yüzümden süzülen yaşların yağmur damlacıklarından ibaret olmadığını biliyordum. "Hayır." dedim kendi kendime. "Bunu birkez daha yaşayamam, bunun yükünü kaldıramam." Kendi içimde bu söylediklerimle hesaplaşırken gözyaşlarım bu anın acısıyla daha çok akmaya başlamıştı. Küçüğümün bedeni bir yaprak misali yere düştü ,bu kadar kolay olmamalıydı, küçük bir çocuğun ölümü bu kadar basit olmamalıydı. Çocuklar bu savaşta en az zarar gören taraf olmalıydı. Küçüğün yanına koştuğumda ne yapacağımı bilmiyordum, adam sanki bütün isteğini almışcasına karşımda ürkütücü bir şekilde sırıtıyodu. Küçük kızın buz gibi olan hafif bedenini kucağıma aldım. Gözlerim elime bulaşan sıcak kana takılı kaldı. Ensemde silahın soğuk namlusunu hissettim ama o an kendi canımı düşünecek ne halim nede gücüm kalmıştı. Ardından yine bir silahın patlama sesi geldi kulaklarıma. Biliyordum, tıp okuduğum için biliyordum. Herhangi bir silahla vurulan kişi, patlayan silahın sesini duyamazdı fakat duymuştum. O silah sesi hemen arkamdan gelmişti ve kulaklarım sanki bu sesi ilk kez duymuşçasına çınlamıştı. Bedenimde bir acı hissetmedim . Arkamdaki silahın namlusu boynumdan aşağı sürtüldü ve yere düştü, ürperdim. Anladım, kurtarılmıştım, beni kurtarmışlardı ama sevinememiştim. Ben, Nisa Karayeli, kurtarılığına sevinememişti, yaşadığına sevinememişti. Başım yavaça arka tarafa döndü. Biraz önce gülerek acı çekişimi izleyen adamın bedeni şimdi ayaklarımın ucundaydı. Kafasından akan kan başka masumların sıçrayan kanları değildi bu sefer, kendi kanıydı. Biraz önce hayattan kopardığı masum can nasıl öldüyse o da o şekilde ölmüştü, kafasına aldığı tek bir mermiyle. Gözlerimi onun bedeninde ayırıp başımı kaldırdığımda yeşil formalıları, Türk Askerlerini gördüm. Hepsi nişan almış hazırda bekliyorlardı, çok geç kaldıklarının farkında değiller miydi? Köyün bütün vatandaşları ölmüştü. Herkes ölmüştü ve şimdi gelmişlerdi. Ne anlamı vardı, her şey mahvolduktan sonra gelmelerinin ne anlamı vardı. Kabullenemiyordum, kabul edemiyordum bazı şeyleri artık. Başım yeniden önüme döndü ,kollarımın arasındaki küçük bedene baktım. Bedeni soğumaya başlamıştı. Acaba büyüdüğünde ne olmak istiyordu, ne gibi hayalleri vardı. Büyüdüğünde benim gibi bir doktor olabilecek miydi? Ah,hayır bu kızın benden çok daha cesur ve iyi bir doktor olacağına emindim. Onun yerine şimdi ben vurulsaydım belkide şuan yaşıyor olacaktı, Türk askerinin güvenliğinde olup hayatına devam edecekti ama Allah kahretsinki geç kalmıştım. Hayatımda defalarca yaşadığım pişmanlık duygusunu birkez daha yaşadım o gün, ama en ağır şeklinde. Bu pişmanlık sonuncu pişmanlığım olmayacaktı, biliyordum. Yaşamaya devam ettiğim sürece ruhumdan gitmeyen, temizlenemeyen bir yara olarak kalacaktı. İnsanlar bana baktıklarında bunu farketmeyeceklerdi belki ama , sırf bu yüzden hayatım boyunca kendimi affetmeyecektim. Bunu kendimde ben görecektim, tiksinecektim kendimden, iğrenecektim. Yanıma yaklaşan adım sesleri duydum, sert adımları belirgin bir şekilde çamurlu toprağı inletiyordu. Sıçrayan çamuru hissedebiliyordum. Yanıma geldiğini hissettim, ayakkabılarına baktım. Siyah ayakkabılarına. Çamur neredeyse bileğini kaplamıştı ama neyse ki kan yoktu, evet kan yoktu. Kendi ayaklarıma çevirdim bakışlarımı. Tek ayakkabım çıkmıştı, diğeri ise kanla karışık çamurla birlikte ayağımdan çıkmak üzereydi. Kanla karışık çamur. Kan. Ayakkabı,beyaz ve kan.

Dürtüldüm. Sert yürüyüşlü asker beni olabildiğince kibar bir şekilde sarstı. Kemikli ve büyük elleri omuzlarımı kavradı, kendime gelmemi sağlamaya çalıştı. Sessizdi, utanıyordu. Utanmalıydı. Benim utanmama sebep olduğu için utanmalıydı. Çünkü bu köyden sağ çıkan tek kişi olmak beni fazlasıyla utandırıyordu, canımı yakıyordu ve midemi bulandırıyordu.

Yüzüne baktım. Uzun kirpiklerinin çevrelediği koyu kahve gözlerinde acıyı gördüm. Benden bir parça olan pişmanlıkla karşılaştım o gözlerde. Yüzünü her ne kadar sabit tutmaya çalışıp metanetli görünmeye çalışsada acıyı görmüştüm bir kere. Yüzümü inceledi uzunca bir süre. Bakışlarımda ne görmüştü bilmiyorum ama gözlerimde takılı kaldı gözleri. Ardından dudaklarını araladı. Ne söyleyeceğini bilmiyor gibi baktı bana. Ama yaptım, her şeye rağmen gülümsedim yine. Bu mutluktan oluşmuş bir gülümseme değildi. Bu acının gülümsemesiydi. Bu hayalkırıklığı ile dolu bir gülümsemeydi. Bu gülümseme, bilincimi kaybetmeden önce ona sunduğum pişmanlık gülümsemesiydi.

...

İlk yazacağımız hikayenin baslangici

Ve bu hikayeyi ordu gibi yaziyoruz PSUHDJEJDHD

Yildiza basmayi unutmayinnn

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Dec 08, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

GECENİN KALINTILARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin