yüzün çiçeklerin en güzelidir.

309 50 43
                                    

love and war-fleurie.

*çok fazla şeyim var ama
onsuz hiçbir şeyim yokmuş gibi.

✧✧✧

dört sene önce, aralık.

"tak şunu!"

yerden destek alarak kalkmak istediğimde karnıma yediğim tekme ile yeniden yüzüstü düşmüştüm. midem ağrıyordu. gözyaşlarım durmaksızın akarken kalkmaya çalışıyordum lakin başaramıyordum. bu yüzden tepemdeki asker bir öncekiden daha sert bir şekilde vuruyordu.

bilerek yaptığımı sanıyordu, oysa ben gerçekten de kalkamıyordum.

"sana bakmak bile midemi bulandırıyor," elim karnımdayken düşündüğüm tek şey bitmesiydi. yaklaşık her gün yaşadığım cehennem görevli askerin yorulmasıyla bitiyordu.

bir,

iki,

üç..

içimden saymaya devam ederken önüme düşen *pembe üçgen bez parçasıyla başımı kaldırmayı denemiştim ama tekmelerden birkaçı yüzüme geldiğinden bunu da yapamamıştım. "seni gelecek sefer gördüğümde önünde bu bez parçası olacak," dedikten sonra ayakkabısıyla çenemi kaldıran asker "aksi takdirde neler olacağını tahmin edebiliyorsun değil mi?" diye devam etmiş sonra ise odayı terk etmişti.

sızlıyordum. askerin acımadan vurduğu kolum, karnım, bacaklarım, yüzüm ve en çok da ruhum sızlıyordu. düşündüğüm gibi olmamıştı. cehenneme geldiğimi tahmin edebiliyordum lakin durumu daha da zorlaştırmamak için içimde ufak da olsa umut kırıntısı bırakmıştım. ama hiç düşündüğüm gibi olmamıştı. geldiğim ilk günden bu yana buradaki askerler bana acımamıştı. ne bana, ne de benliğime hiç acımamışlardı.

çalışmak adına hiçbir şey yoktu. bizi insan yerine bile koymamışlardı ki. su bile istemeye hakkımız yoktu. görevli askerler hemen olaya el koyuyorlardı. bir şey istedik mi anında silahla başımıza dikiliyorlardı. burası cehennemdi biliyordum ama ateşi sürekli harlamakta ısrarcılardı. yine de şanslı sayılırdık. şöyle bir yerde nefes almak bile şanstı zira. sağa gidenlere neler olduğunu da sonra öğrendik.

duş almaya götürmüyorlarmış meğer, hepsi ölümlerine gidiyormuş. bilemedik.

yerimden doğrulmaya çalışırken gözyaşlarıma hakim olmaya çalışıyordum zira bugün ucuz kurtulmuştum. diğer günlerin aksine saçlarıma dokunmamışlardı.

ben saçlarımı çok severim çünkü.

biraz uğraştıktan sonra zorlukla da olsa oturur vaziyete gelmiştim. parmak uçlarımdan saç tellerime kadar acıyordu canım. hemen toparlanmam gerekti çünkü bu yaraların iyileşmesine izin vermeyeceklerini biliyordum. ya böyle kalkıp çalışmaya devam edecektim ya da bu yaralar iyileşmeden yenileri eklenecekti küflü bedenime.

ne kadar uğraşsam da şu lanet tanelerin gözlerimden düşmesini durduramıyordum. "tanrım," diyorum o an, "tanrım orada mısın bilmiyorum ama benim sana ihtiyacım var. lütfen bana yardım et." diye ekliyorum kendimle konuşurken.

"lütfen beni yanına al, senden başka kimsem kalmadı."

★★★

üç sene önce, ocak.

cepheden gelen haberler yüzünden varşovadaki üssümüzde tam bir kaos hakimdi. kolay bir şekilde kazanacağımızı düşündüğümüz her bir savaşta geri çekilmek zorunda kalıyorduk. fransızlar müthiş bir direniş gösteriyorlardı. ingilizlerle olan birlikleri o kadar güçlüydü ki ne yaparsak yapalım içlere giremiyorduk. içte başlayan gerginlik dış hatları da etkiliyordu. yaptığımız eylemlerin sonucu egale ettiğimiz ülkelerin nerdeyse her şehrinde ufak ayaklanmalara sebep oluyordu ve bununla savaşırken düşmanla savaşmak daha da zorlaşıyordu.

sadece bizim bildiğimiz bir yer • 2minHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin