chasing cars-the wind and the wave.
*benim sensiz sevinecek bir şeyim yok.
✧✧✧
iki ay önce.
beynimin içerisindeki kargaşanın esiriydim.
şu anki durumunu özetleyen cümle tam olarak buydu. tam bir bataklıktaydım. yüzeyde kalabilmek için ne kadar çırpınsam da sanki o dibe gömülmeye mahkum gibiydim. ne yapacağımı, olayları nasıl yoluna koyacağımı bilmiyordum. tam bir kargaşa vardı şakaklarımda. "efendim," diyen askerin sesiyle kafamdaki düşünceleri bir köşeye itmiştim. bir çıkış yolu aramaya çalışıyordum sürekli. buraya, bu masaya, bu üniformaya özellikle de bu isime ait hissetmiyordum. ev diye benimsediğim bu ülke, düşünmeden canımı vermek istediğim bu sistem, hepsi yalanmış. meğer ben hayatımda bir amaç aramak için kendime bir yalan dünyası kurmuş ve buna da inanmışım.
insanoğlu işte, yaşamak için inanması gereken bir gerekçeye ihtiyaç duyuyor diye düşünüyorum o an.
inandığım gerçekliğin perde arkasında olanlar yüzüme öyle bir çarpmıştı ki yaptıklarımın ve göz göre göre yapmalarına izin verdiklerimin altında eziliyordum.
ama artık perde kalkmıştı ve sahne göz önündeydi. başlı başına hatalıydık, insanların evlerini ellerinden almış, yetmiyormuş gibi onları karanlığa bırakmıştık. kaç kişinin göz yaşının sebebi olmuştuk, kaç kişinin canına mal olmuştuk.
sevdiğimin, sevgilimin canını yakan yolun ışığının kaynağı bendim.
emrim altında olan askerleri yönlendiren, küçüğümü evsiz bırakan, gecelerce göz yaşı dökmesine sebep olan ve yetmiyormuş gibi onu yetim bırakan bendim. bu gerçeklik öyle bir çökmüştü ki yüreğime, bundan kurtulamıyordum. gözleri her gözlerime değdiğinde içimi kaplayan o suçluluk duygusu canımı yakıyordu.
asla eskisi gibi olmayacaktı seungmin, biliyordum. bana hevesle anlattığı çocukluğunu ellerinden almıştık. o günleri anlatırken zihninde canlandırdığı görüntüler onun eksikliğiydi ve onu eksik bırakan bendim.
bu yüzden bir söz vermiştim kendime, her ne pahasına olursa olsun küçüğümü buradan götürecektim. sonunda ölüm olsa dahi düşlediği o dünyayı ona sunacaktım. gerekirse ona yeni bir dünya kuracaktım. belki eskisi gibi olmayacaktı ama bir evi olacaktı. yanında ben olur muydum bilmiyordum lakin seungmin yaşayacaktı.
"efendim?" diye tekrarlayan askerin sesiyle irkilmiştim. kafam o kadar doluydu ki deminden beri başımda dikilen askerin varlığını dahi unutmuştum. başımla konuşmasını söylediğimde sözlerine devam eden askere dikkat kesilmiştim. "general gönderdiğiniz mektubu almış efendim. birkaç dakikaya karargahta olacakmış, size haber vermemi istediler." elimle çıkmasını söylediğim askerin ardınca bakarken taş kesilmiştim.
o mektubun generale ulaşmasını bekliyordum elbette lakin bu kadar kısa bir sürede geri dönüş alacağımı beklemiyordum. bir yenilginin kıyısındaydık çünkü. ordunun içerisi o kadar karışmıştı ki neredeyse herkes birbirine düşmüştü. büyükler bile kendi aralarında çatışma içerisindeydi. kimileri yaptığımız hataları kabullenememiş ve savaşı bırakmadan onca insanın kanını dökmemizi istiyordu, kimileri ise uzatmadan hemen teslim olmamızı.
ordu iki ayrı safa bölünmüştü, pek tabii halkta da vaziyet farklı değildi. koyu sağcılar ideolojiyle kafayı o kadar bozmuştu ki hepsi silahlanıp orduya katılmak için emir bekliyorlardı. anarşistler ise en başından savaşı istemiyorlardı zaten. kısacası ülkenin üzerine öyle bir karanlık çökmüştü ki bu karanlık asla aydınlığa varamayacak gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sadece bizim bildiğimiz bir yer • 2min
Fanfictionsavaşın ortasındayız ve ben etrafımız kanla kaplıyken dünyayı küçük sevgilimin gözlerine sığdırıyorum.