on altı

124 30 50
                                    

kahvelerini son damlasına kadar yudumlamışlardı ve ardından hueningkai, yeonjun'un işinin bitmesi için barın köşesindeki küçük tekli masada onu beklemişti. bu sefer yağmurdan ıslanıp kurumaya başlayan çorapları da kabaran saçları da rahatsız etmemişti onu. yeonjun yanındaydı ve onun yanında rahatsız hissedebileceği tek bir durum bile yoktu. neden beklediğini de bilmiyordu. bunu planlamamışlardı ama ikisinin de yüzündeki boşvermişliğe bakılırsa bu gece eve beraber döneceklerdi.

yeonjun şarkı söyledi, gitar çaldı ve kai de birkaç tanesine içinden eşlik etti. barın aralık kapısından içeri sızan rüzgarın yeonjun'un saçlarını hareketlendirmesini izlerken düşüncelere dalmıştı yine. ikisi tanışalı iki ay kadar olmuştu. ilk gün buranın önünden geçerken, mahalle köşesinde ara sokaktaki, kendi benliği içerisinde birkaç müşteri ile dönen bir barda yıllardır aradığı şeyi bulacağını asla düşünmemişti.

sonra yeonjun gitarını çantasına yerleştirip yanına geldi. küçük ama içten bir gülümseme sundu kai'ye. ardından da "eve dönelim." diye ekledi yorgun sesiyle. bugün oldukça yorucu bir gün olmuştu ikisi için de. kai kafasıyla onayladı, halbuki yeonjun bunu soru babında söylememişti.

aradan kısa bir süre geçmişti ve şimdi sokak lambalarının aydınlattığı sokaktan yeonjun'un evine yürüyorlardı. sessiz ortamı bu defa yeonjun bozdu ve ailen nerede, dedi. hueningkai önce yeonjun'a sonra tekrar önüne döndü ve konuşmaya başladı. "ayrı yaşıyorum, onlar başka bir şehirdeler." yerdeki taşlarla oynamayı kesince devam etti. "oradaki bir üniversiteye de gidebilirdim aslında. sadece, biraz uzaklaşmak istedim her şeyden."

yeonjun gülümsedi yine. "başardın mı uzaklaşabilmeyi?" cevap ise gecikmedi. "seni bulana kadar ne kadar gittiğimin farkında bile değildim." bu doğruydu. nereye gitmesi gerektiğini veya hayatın karşısına ne gibi şeyler çıkaracağını bilmiyordu. sadece arkasına bakmadan kaçıyordu peşinden gelen şeylerin onu yakalamaması için.

yeonjun bu cevap karşısında şaşırmıştı. birinin başka birini bu kadar sevmesi olağan mıydı? ya da şu an sokak ortasında etraftaki kimseyi umursamadan onu öpmek istemesi normal miydi? içindeki bunca isteğe rağmen yalnızca kolunu kai'nin omzuna attı. "artık kaçmana gerek yok. bak, burası güvenli bölge." ensesindeki saçlarıyla oynamaya başladığında cebindeki anahtarı çıkarıp ona uzattı. "sen açar mısın?" kai apartman kapısını açtı ve kısa süre içinde de kendilerini eve atmayı başardılar.

yeonjun'un bu geceki son sigarası eşliğinde biraz daha sohbet ettiler balkonda. kimi zaman kahkahalar sokağı doldurdu kimi zaman da o sokağın sessizliği ikisine hakim oldu. fazla konuşmalarına da gerek yoktu zaten. birbirlerini anlıyorlardı ve içlerine hakimlerdi. en önemli olanı da buydu zaten. çünkü en büyük savaş içinizde verdiğiniz savaştır, en büyük göç içinizde yaşanandır ve en büyük yangınlar da orada çıkar. birinin içini anladığınızdaysa geriye öğrenecek pek bir şey kalmaz.

yeonjun her cümlesinin ardından esneyen ve gözleri yorgunlukla bir açılıp bir kapanan kai'ye baktığından "yatalım istersen." dedi. kai durdu, "yatalım mı, birlikte mi?" sigarasını küllükte söndürdü yeonjun. içeriye geçerken de "sen benim yatağıma geç ben de içerdeki kanepeye uzanırım." dedi. hueningkai reddetmek için hızlıca peşinden gitti. "olmaz öyle, sen yat yatağında. hem ben öyle yer de aramam, hemen uyurum."

"rosa içerde rahat vermez sana, rahatça uyu işte odamda." bunları söylerken bir yandan da dolabının en üst rafındaki çarşaf ve battaniyeyi almaya çalışıyordu. alacaklarını alıp dolabı kapattıktan sonra salona geçecekken kai kesti önünü. hızlı bir şekilde elindekileri alıp kendi geçti odaya. "çok inatçı çıktın sen de." hueningkai pek de sesli olmayan bir şekilde gülüp çarşafı koltuğun üstüne bıraktı. yeonjun arkasını dönüp odaya geçtiğinde hueningkai hayal kırıklığına uğramıştı. ne beklediğini bilmiyordu ama içinden bir iyi geceler bile yok mu? diye geçirdi.

kai yatağını hazırladı ve odayı loş bir şekilde aydınlatan abajuru söndürdü. yüzü asık bir şekilde, yeonjun'un odasından gelen tıkırtılar eşliğinde döndü arkasına. uykusu kaçmıştı, bu yüzden gözlerinin karanlığa alışmasını beklerken koltuğun sırt kısmındaki desenleri inceliyordu. belki birazdan koyun saymaya başlar, kaçta kaldığını unutup onuncu kere tekrar atlatırdı çitlerden. kafasında bunların hesaplamasını yaparken yanından gelen sesle irkilerek arkasını döndü.

yeonjun kalın bir yorganı yere atmış ve üzerine çarşafı sermişti. pek rahat görünmeyen yatağına uzandıktan sonra "ben de yer aramam." dedi fısıldayarak. şu an yatağının boş olması ne kadar mantıklıydı bilmiyordu ama hueningkai nerde isterse onunla orada uyuyabilirdi. "şu an yumuşacık yatağın boş farkındasın değil mi?" dedi kai dirseklerinin üzerinde doğrulup yukarıdan yeonjun'a bakarken. amacı onu odaya göndermek değildi bu yüzden ikna etmeye de çalışmıyordu. yanında olmasını istiyordu. "istersen oraya gidelim." dedi yeonjun davetkâr bir şekilde. kai de kıkırdadı, aklından geçenleri yeonjun'un duymasını istemezdi.

"her yerin tutulacak orda." dedi kai. sonrasında uzanıp yeonjun'un alnına yapışan nemli tutamları geriye çekti. yukarı geri dönen elleri ise yeonjun tutarak engelledi. yumuşak ve küçük eli kendi avuçları içerisine aldı. parmak uçlarını dudaklarına yaklaştırdığında elindeki hindistan cevizli kremin kokusu dolmuştu burnuna. gözlerini kapatıp ufak öpücükler kondurduğunda kai hızla çekti elini. bu âni reflekse yeonjun gözünü açtığında kai'yi sırtını koltuğa yaslamış şekilde gördü. yanını patpatlayıp "gel hadi." dedi kai. yeonjun da hiç ikiletmeden yerden kalkıp koltuğa uzandı. koltuk büyük değildi fakat ikisine yetecek kadar yer vardı.

yeonjun'un yüzünden asla silinmeyen bir gülümsemesi vardı ve kai buna bayılıyordu. dolgun dudaklarının her yukarı kıvrılışını izlemek satış rekorları kıran bir filmi yayınlandığı günde izlemek kadar keyifliydi onun için. yeonjun yana dönüp kai'nin saçlarıyla oynamaya başladığında kai yavaşça yumdu gözlerini.

"lotus çiçeği sensin kai."

kai gözlerini geri açtı. bir tepki vermesine gerek kalmadan yeonjun devam etti cümlesine. "onu geçen sene sahilde buldum. o dönem benim için zor bir dönemdi ve sanırım son şansımı da o kolyeyi bularak harcamıştım." kai saçındaki eli yavaşça kendi yanağına götürdü ve yeonjun'un devam etmesini bekledi. "yani yanılmışım. bir sene sonra aynı ayda sen geldin bara."

"arka taraftaydım, görmedin beni." kai şaşkınlıkla konuştu. "beni daha önceden gördün mü?" yeonjun kafasını salladı. "sen de beni görürdün aslında, sabah kahvelerini yan kafeden almak yerine karşısındakine uğrasaydın bu ânı birkaç ay önce yaşamış olurduk sanırım." hueningkai hafifçe doğruldu, yeonjun onu fark etmişti. kendisinden de önce.

"barın işlerinin pek de iyi gitmediği bir dönemdi. ben de bunu fırsat bilip birkaç broşür yapıştırdım yollara." kai'nin şaşkınlığıne geçen her bir saniyede yenisi eklenirken yeonjun durmadı. "yani o gece bara tesadüf eseri gelmedin. seni bir nevi ben çağırdım." hueningkai masum bir ifade ekledi suratına. sonra ellerini yeonjun'un yanaklarına götürüp dudaklarını birleştirdi. aralarındaki mesafe hâlâ azken "ben de geldim." dedi. sonrasında devam etti, "seni asla bekletmem."

kaderi zorlayamazsınız tabiri biraz yanlıştı sanırım. kadere yön verebilirdiniz, bu yol üstlerine asılan birkaç broşürle de olabilirdi. kader bazen yön verilmeye ihtiyaç duyardı çünkü su her zaman akıp yolunu bulmaz, kader taşları her zaman yerine oturmazdı. daha doğrusu, zaten elinizde olan bir şeyi kaderin belirsiz sularına bırakmak ne kadar doğru olurdu?

x
ask kuslari resmen🥹 (kendi yazdigi fice duygulaniyor

perdeler kapansın, bu ev güneş sevmiyorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin