21- i need something more, i'll pray to the lord that baby i'm yours

974 130 8
                                    

"Evet sevgilim, bugün çok güzel olacak."

Gülümseyerek Chan'ın attığı mesajları okumuştum uyanır uyanmaz. Gece çok geç olduğunu ve bana uyumam gerektiğini söyleyip ben uyuduğum zamanda ise bir sürü güzel mesaj bırakmıştı.

'Günaydın sevgilim' yazıp göndermiş ve hafifçe gerinmiştim. Bugün büyük gündü ve çabucak hazırlanıp yetişmem gerekiyordu. Saate baktım, dokuza geliyordu. Daha dört saatim vardı.

Hızlıca duş alıp rahat bir eşofman altı ve ince bir sweatshirt giyindim. Akşamdan hazırladığım çantamı ve uğurlu anahtarlığımı alıp aşağı indiğimde bizim çocukların sesini duymuştum. Merdivenleri daha hızlı inip salona vardığımda "Sakin ol, seninki henüz uyanmadı." dedi Jisung.

Gözlerimi devirip tabaktaki salatalıktan attım ağzıma. Annem mutfaktan börek tabağıyla gelip ayakta tıkınan beni görünce kaş göz edip oturmamı söylemişti. Evet, bakışlarla anlaşıyoruz biz.

"Ellerine sağlık, Hyejin teyze!" Changbin daha annem tabağı sofraya indirmeden börek aldığında annem gülerek kafasını sallamış "Afiyet olsun, çocuğum." demişti. "Chan gelmeyecek mi? O seviyor diye börek yaptım o kadar."

"O gün söylediğinde inanasım gelmemişti sarışınım, affet beni."

Annem anlamayarak bize baktığında "Ya." dedim iç çekip. "İkimizin de pabucu dama atıldı." Changbin dudaklarını büzüp börek tabağını Jeongin'e uzatmış ve sessizce kahvaltısını etmeye başlamıştı.

Hep birlikte sakin ve motivasyon dolu bir kahvaltı yapmış ve "Yavaştan kalkalım." diyen Minho'yla ayaklanıp sofrayı toplamıştık. Annemin dakikalar içinde hazır olmasıyla korna sesini işitmemiz bir olmuştu. Babam gelmiş olmalıydı.

Evden çıkıp arabaya bindiğimizde telefonumu kontrol ettim. Mesajımı hâlâ görmemişti. Aramaya karar verdiğimde telefonunun kapalı olmasıyla içimi huzursuzluk kaplamıştı.

Yol boyunca uyuya kalmıştır diye sakinleştirmeye çalışmıştım kendimi. Oraya beraber gitmek için sözleşmiştik, bu yüzden boşa kuruntu yapıyordum, evet.

Federasyona vardığımızda yarışlara iki saat kaldığını görmüş ve beni kapıda karşılayan koçla giyinme odasına gitmiştim. Kuralları hızlı hızlı sayıp stres yapmamam gerektiğini söyleyip beni son kez motive ettikten sonra ısınma hareketleri için havuzun önüne gelmiştik.

Bir süre sadece ısınma hareketlerine başlayan rakiplerimi izlemiştim. Rakiplerimin hareketlerini inceleyip onların zayıf yönlerini kavramaya çalışırdım her zaman. Böylece daha iyi bir hareketle onların önüne geçebilirdim.

Tüm bu karmaşanın içinde dalıp gitmişken aklım yine Chan'a gitmişti. Tribünlere baktım, Seungmin ve Felix de gelmiş annemlerle beni izleyip konuşuyorlardı. Elimle buraya gelmelerini söylediğimde koşarak gelmişlerdi yanıma.

"Chan aradı mı sizi?"

"Hayır, siz konuştunuz sanıyorduk biz de. Bir sorun mu var?"

Ofladım. "Bilmiyorum, Seungmin. Mesajıma da aramalarıma da bakmadı, keşke buraya gelirken direkt onun evine gitseydik."

"Sakin ol, hyung." dedi Jeongin omzumu sıkıp. "Chan hyung hiçbir zaman sorumsuz bir insan olmadı, muhtemelen şarjı bitmiştir. Yetişecek o bak görürsün."

Jeongin gülümsediğinde ona inanmak istemiştim. Tüm kötü senaryoları kafamdan atmaya çalışıp Chan'ı benim için tezahürat yaparken göreceğime inandırmıştım kendimi.

"Boşver sen onu sarışınım." dedi Changbin, koluma girerken. "Kazanırsan alnının tam ortasından öpeceğim, söz."

Kaşlarımı çattım. "Dudaktan diyecektin herhalde?"

"Yok." diyip bakışlarını kaçırdığında kısacık bir an Jeongin'le buluşmuştu gözleri. Tekrar bana döndüğünde "Sen o hakkı kaybettin, sevgili yapmadan önce düşünecektin." demişti.

Sinir bozukluğuyla gülüp gözlerimi devirmiş ve yerlerine geri gitmelerini söyleyip göndermiştim hepsini.

Saatler geçip giderken gerginliğim her geçen süre daha da artıyordu sanki. Isınma hareketlerinden sonra tekrar Chan'ı aramayı denemiştim fakat hâlâ kapalıydı telefonu.

"Tüm yarışmacılar yerlerine!"

Anonsu duyduğumda sertçe yutkunup yerime geçtim. Yüzücü gözlüğümü düzeltip derin bir nefes aldım. Bedenim titremeye başlamıştı ve hareketlerimi kontrol edemiyordum sanki. Eğilip parmak uçlarımı yere yasladığım sırada tribünlerden gelen "Başaracaksın, Hyunjin!" cümlesiyle kafamı kaldırdım.

Gelmişti, benim için tezahürat yapıyordu.

Tüm bedenim o an gevşerken aptal gibi sırıttığımı yeni fark etmiştim. Fakat gülüşüm gözlerindeki bariz kızarıklarla solmuştu. Ağlamış mıydı, ben yanında değilken kötü bir şey mi yaşamıştı? İlk defa bu kadar korktuğumu hissediyordum.

"Dikkat." komutunu aldığımda başımı eğip hızlıca bir nefes aldım. "Başla!"

Suya kontrollü bir şekilde atlayıp kıvrak hareketlerle ilerlemeye başladım. Üç kulaçta bir nefes alıp tekrar suyla buluştuğum anlardaydık ve panik yapmadan olabildiğince hızlı yüzmeye çalışıyordum.

Kafamdaki sesler de dahil hiçbir şeyi duymuyor, yalnızca içimden saniyeleri sayıyordum. 23 saniyeyi geçmiştik ve kollarım artık ağrımaya başlamıştı. Fakat pes etmeye niyetim yoktu.

48. saniyeye ulaştığımda tüm her şeyin saniyeler içinde biteceğini söylemiştim kendime. Tüm gücümle kulaç atmaya devam etmiş ve saymayı bitirdiğimde yüzeye çıkıp duvara dokunmuştum. Hızlı hızlı nefes alıp verdiğimde gözlüğümü çıkarmış ve o anlarda tribünlerden kendi adımı duymuştum.

Skor ekranına baktım. Kazanmıştım.

Koç ve birkaç yardımcı havuzdan çıkmam için yardım etmiş ve havuzdan çıkar çıkmaz koça sarılmıştım. "Başardın, evlat. Kendi rekorunu kırdın."

Dediğine şaşkınlıkla karışık gülmeye başladığımda annemle babamın sesini duymuştum. Koçtan ayrılıp annemlere sarıldığımda ağlamaya başlamışlardı. Onları güldürmeye çalışıp başarılı olduktan sonra arkadaşlarıma sarılmıştım.

Bakışlarım direkt olarak Chan'ı bulurken kendini en köşeye çekip beni izlediğini gördüm. Omuzları çökmüş, göz altları şişmişti fakat gülümseyerek bana bakıyordu. Diğerlerine sarılmayı bitirdikten sonra hızla yanına gidip beklemeden ona sarıldım. Ne ben konuşabiliyordum ne de o.

Uzunca sarılışımızın ardından madalya ve ödül töreni için beni çağırmışlardı ve zorlukla ayrılmıştım ondan. Tören boyunca bakışlarımı üzerinden çekmemiştim. Nihayet bittiğinde annemlere eve gitmesini, çocuklarla biraz vakit geçireceğimi söyleyip Chan'ı bir köşeye çekmiştim.

"Özür dilerim, geç kaldım." dedi yutkunup.

Kafamı iki yana salladım. "Sorun değil sevgilim, sözünü tuttun."

Gözlerinin içi parladı. "Kazanacağını biliyordum." Dudaklarım kıvrıldı. "Geleceğini biliyordum."

Gülmüştü, öyle güzel gülümsemişti ki derin bir iç çekme ihtiyacı duymuştum o an. "Anlat."

Dediğimle yüzünü eğmişti. Kötü bir şey olduğunu hissediyordum fakat sormaya cesaretim yoktu. Parmaklarımı çenesine sarıp yüzünü kaldırdım. Gözleri dolmuştu. Kollarımı ona sarıp kafasını göğsüme yasladığımda omuzları sarsılmıştı.

"Eve son gelişinde ona yalnız başına öleceğini söylemiştim." dedi boğuk sesiyle. "Gerçekten kimsesiz ölmüş, biliyor musun? Sokakta bir köşede alkol komasından geberip gitmiş."

O an kimden bahsettiğini anlamıştım. Boğazımda acı bir yanma hissi belirirken "Anneme ne diyeceğim ben?" diyişi bardağı taşıran son damla olmuştu.

**

ben bu ficin bu kadar sevilecegini hic tahmin etmemistim o zaman hemen size soyle bir mujde vereyim

hem bunun hem de diger hyunchanin finalini verdikten sonra taslaktaki 3 tane hyunchan ficimi yavas yavas yayimlamaya baslicam TAKIPTE KALIN

biraz da reklam🙈

wicked game, hyunchan✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin