Biz insanlar şanlı mıyız yoksa kadere bağlı birer kukla mıyız? Hah, işte o kadarını bile bilemiyoruz. Sadece öğrendiklerimizle, yaşadıklarımızla e biraz da teorilerimizle yaşamımızı sürdürüyoruz. Biz ne düşünürsek neye inanırsak, o bizim yaşantımız olur. Fakat ne düşüneceğimizi neye inanacağımızı bilmezken neye göre bir yaşantımız olacak?
Şu an bir bakıma bu kadar çaresizdim işte. Çünkü bana ne oluyor bilmiyorum şanslı mıyım? Kaderin kurbanı mı?
Karnımın ısısı artıyor, kafamda ki ses durmadan bana gelmemi emrediyordu. Sanki ben gelmedikçe bu ısı beni daha da yakacak, kül edecek gibi.
Kulaklarımı sağır eden bu çağrı 2 gün önce başlamıştı. Aslını söylemek gerekirse köy meydanındaki kitapları düzenlerken bulduğum gizemli bir kitapla.
Beraberinde gelen bu yeniliklere anlam veremeyecek kadar bilgisizdim. Gizemli kitabı açmaya cesaret edememiştim.
"Krista?" daldığım düşüncelerden beni çıkaran babam olmuştu.
"Efendim şef?"
"Meydana seslenme vakti geldi insanlar endişeleniyor, onları-"
"Ve onları rahatlatmak bizim işimiz değil mi? Böyle söyleyecektin." Gülümsedi.
"Kısmen, öğreniyorsun."
"Bir Rune sakini, aynı zamanda geleceğin şefi olarak elimden geleni yapıyorum diyelim."
Burası Rune. Burada bulunan bizim halkımız, bizim köyümüz. Peki sizler kimsiniz diyecek olursanız.
Bizler vikingiz. Hani şu huysuz, inatçı olanlardan.
Babam dün uçan baraka çatıları hakkında fırtınayı bahane ederken ben çok daha farklı bir şey olduğunu düşünüyordum. Belki hayalperest düşüncem buna izin veriyordur ama yine de fırtına bana mantıklı gelmiyordu bir şekilde.
Rune her mevsim yağmurlu ve fırtınalı olur nadiren kış mevsimi yaşarız. Diğer kabilelere göre çok daha sağlam evlerimiz vardır her anlamda hazırlıklı olmak, hiçbir işimizi şansa bırakmamak gibi bir huyumuz vardır. Buna rağmen fırtınayı suçlamak mı? Bilemiyorum. Ama yine de halkımızı endişelendirmemek amacıyla söylenebilecek en mantıklı şeyin bu olduğunu inkar edemem.
Babamın arkasında duran Magnus'a kaydı bakışlarım. Dikkatle şefi dinliyordu.
Ona bakarken elim ayağım boşalıyordu. Bu durumu kontrol altına almam gerektiğini biliyordum fakat beceremiyordum. Beni farketmiş olmalı ki gözlerini bana çevirdi. Gözlerimi kaçırmadım. Zaten alışıktım, ben ona bakardım ve hep beni yakalardı. Gözlerimi kaçırmamayı böyle öğrenmiştim.
Ağzımı oynatarak, "Neye bakıyorsun." dedim. Anlamıştı, ama cevap vermeden babama döndü. Gözlerimi devirdim. Cevapsız kalmaktan hoşlanmıyordum.
Magnus kabilenin en iyi kılıç ustasıydı. Aslında tüm silahları çok iyi kullanıyordu ama uzmanlık alanı kılıçta onu geçebilen hiç kimse yoktu. Babam dahil. Yaşı daha çok genç olmasına rağmen bu yeteneği ona büyük avantaj sağlıyordu ve babamın yanında savaşmaya hak kazanıyordu.
Bir keresinde onu raundda birine karşı savaşırken görmüştüm, bundan bir yıl öncesi olmalıydı. Kazanmaya o kadar odaklanmıştı ki gözlerinde ki öldürme hırsını gördüğümde neredeyse rakibine acıyacaktım.
Babam yanıma gelip, "Bugünden itibaren eğitime başlayacaksın Krista." diyerek ani bir çıkış yaptı.
"Emrivakilerden hoşlanmadığımı biliyorsun şef."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANKA
خيال (فانتازيا)Anka. Bir gün ruhunu birleştirdiği insan onu bulacak ve tutsaklığından kurtaracak.