Yıldızı parlatmadan es geçme burayı. Keyifli okumalar dilerim. ^^7: "CANAVARIN PARMAK İZİ I"
-
Bir çocuğun aklına aşılması güç korku duvarları örersen, o çocuk kaç yaşına gelirse gelsin duvarların ardında korkularının mahkûmu olurdu.
Korku, benim müebbedimdi. Ve bu müebbedi affedebilecek hiçbir af yasası yürürlükte yoktu.
O günü hatırlıyorum, parmak ucuma ateş damgalanmış o akşamı; havadaki soğukluk sırtımı yırtacakmış gibi omurgamı eşelerken, konakladığımız apartmanın önünde dikilerek evin yanan ışıklarına bakıyordum. Teyzemin işten çıkıp eve gelmesine sadece iki saat kalmıştı. Eniştem evdeydi. Muhtemelen, her zamanki gibi yemek masasını hazırladığı mezelerle donatmış, tek başına piizleniyordu.
On iki yaşındaydım.
O on iki yıllık ömrümde, on iki bin yıllık sıkıntıya göğüs gerdiğimi hissederek apartmandan içeriye girmiştim. Bedenim, ergen bir genç kızın bedenine evrilmemişti daha, içimde atletten başka bir şey yoktu. Ancak göğsüme işleyen, sanki kaburga kemiğime dek batan bir sütyenin teli vardı ve o tel, her nefes alıp vermemde içimi oyuyormuş gibi ecel teri döktürüyordu.
Evden içeriye attığım ilk adımda, anahtarlık elimde sallanan bir mezar taşı gibi ölümün sessizliğini peydahlıyordu. Parmak uçlarımda yürüyordum. Eğer bir eve ait değilseniz, üstelik bir annenin ve bir babanın benimsediği çocuk olarak bir kalbi fethedememişseniz, yaşadığınız yerde bir sığıntıya dönüşürdünüz ve aldığınız nefes ev sakinlerinin eziyeti olurdu. O nedenle sessizliğe sığınıyordum. Bir hayalet gibi evin içinde ilerliyor, varlığımın nüshasından adeta tin eksiltiyordum.
Fakat eniştem, o yıllarda kafayı benimle bozmuş bir ruh hastası olmalıydı ki, antrede sessizce ilerlediğim adımların belirsiz çırpınışını duyumsayarak, "Kaküllü," diye çığırmıştı salonun içinden. Göğsümü yırtan hayali bir sütyen telinin kaburgalarımı deleceğini sandığım saniyelerde, kirpik uçlarıma batan kaküllerimin ardından donuk bir ihtişamla salonun aralık duran kapısına bakakalmıştım. "Yanıma gel."
Onun nasıl bir canavar olduğunu biliyordum. Gözlerini üzerime diktiği anlarda, korku, bir pıhtı gibi kalbimde atardı; bu yüzden de sanki kalp kasım ölürdü, göğsüm sıkışırdı ve bir krizin eşiğinde yapayalnız kaldığımı sezinlerdim. Üstüne düşerek düşünmeme gerek olmazdı hiç. Bu açık ve net bir gerçek olmuştu her zaman. O, annemden sonraki tüm krizlerimin sebebiydi.
"Enişte." Salona geçtiğimde, omzuma taktığım çantayı yavaşça yere bırakmıştım. Eniştem o esnada radyodan yayılan Klasik Türk müziği eşliğinde duble rakısından aşırdığı yudumu damağına pay ediyor, gözleriyle yere düşen gölgemi parçalıyordu. Gölgeme dahi tahammül edemediğini harelerinde kanıran zifir yansımadan anlardım daima. Benden nefret ederdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ACEM KIZI
RomanceYıl 1997; İstanbul'da gerçekleştirilen darbe sonrasında yedi büyük kabadayıyı katleden Ercüment Karadağlı, aldığı intikamın sonunda tutuklanarak hüküm giyer. Ve yıllar sonra yürürlüğe giren af yasasından yararlanan Ercüment Karadağlı, bütün görkemi...