(Bunu da yarım bırakmışım ama yayınlayayım dedim kdhdjsh)
Ophir sokakları sessizdi. Akşam güneşi batıyordu ve bu da güneşin ışığıyla denizin üstündeki hafif dalgalanmaları netleştiriyordu. Küçük çocuklar iskeleye oturmuş, bu manzarayı seyrediyorlardı.
Ülkenin en zengin aileleri için düzenlenen partilerin olduğu neon ışıklı gemiler denizin üstünde dolaşıyorlardı. Kıyıya olan onca mesafelerine rağmen çalan müziğin sesleri insanların kulağına ulaşıyordu.
Polis köpekleri vahşice havluyorlardı ve polisler onları zorlukla tutuyorlardı. Yoldan mal taşıyan at arabaları geçiyordu. Ticaret gemileri de çoktan yola çıkmışlardı bile.
Ama ne olursa olsun, sokağın, şehrin ve tam olarak ülkenin en değerli noktası, ülkenin tam kalbindeki bu şehirdeki kudretli saraydı. Saray, kendisini ve içinde yaşamakta olan kralı korumak için silahlı nöbetçilerle çevrelenmişti.
Ancak Kral Ellery ülkeyi iyi yönetememekte ve ülkenin sorunlarını umruna katmamaktadır. Halk isyan etmektedir.
Gün boyu, halk krala çeşitli sorunlarıyla gelmişti.
Sarayda Kral Ellery, değerli yuvarlak ve küçük elmas taşlarıyla döşenmiş merdiven basamaklarının en tepesindeki görkemli tahtında oturuyordu. Merdivenler, kan kırmızı halıların altındaydı ve beşinci basamakta ve yerden iki metre yükseklikte bitiyor, bittiği yerde de eni iki metre olan geniş zeminde koyu lacivert ve deriden -ki bu tür malzemeleri ülkenin kötü durumundan dolayı bulması neredeyse imkansızdı- yapılma koltuk duruyordu.
Taht odası sarayın en alt katındaydı. Zemin kat saraydaki en büyük odaydı. Saraydan içeri girer girmez yüz metre ötedeki taht ziyaretçilerin karşısına çıkıyordu. Zemin katın her iki yanındaki masalarda upuzun, tüylü ve rengarenk, tam olarak ülkenin gelenek ve göreneklerine uygun olarak serilmiş örtüler vardı.
Loş ışıkta masanın üstündeki mumlar hafifçe titriyordu. Masanın üstünde türlü yemekler ve şarap çeşitleri vardı. Sözde bunlar her ne kadar saray halkı için olsa da, asıl olarak kralındı.
Kral Ellery yine bugün de her zamanki gibi şık ve pahalı ipekten yapılma cüpbesini üstüne giyinmişti.
"Ekselansları, izninizle," dedi baş şövalye ve Kral konuşması için elini sallayıp işaret yaptı. "sizinle konuşmak isteyen bir kadın var."
Kral gözlerini devirdi. "Pekala, ama artık bu son olsa iyi olur. Zavallı fakir taşralıların saraya öylesine girip durmalarından bıktım, Albert. Beni anlıyor musun? Saçma sapan sorunlarıyla uğraşamam."
Baş şövalye başını aceleyle salladı. "Tabii ki sizi anlıyorum, efendim. Tabii ki." Ardından hızla arkasına dönüp kapının önünde bekleyen nöbetçilere işaret etti.
Nöbetçiler iki kapıya asıldılar. Ağır ve kudretli gerçek altından yapılma kapılar geniş saraydaki mumların titremesine neden oldu.
Kral gözlerini kısıp kapının ardına baktı. Cılız bir kadın bastonuyla zorlukla ayakta duruyordu. Koyu yeşil, uzun ve yere değen cüpbesinin içindeki narin bedeni tir tir titriyordu. Kapşonunun yaptığı gölge yüzünden yüz hatları tam seçilemiyordu.
"Ekselansları..." dedi kadın ciyaklayan sesiyle. "Önemli bir konu için geldim, efendim."
"Adın ne anneciğim?" dedi Kral Ellery.
"Ben... ben Aneta. Yedi çocuklu bir anneyim. Beş tane de torunum var, kralım." Her kelimesinde, sanki son kelimesiymiş gibi duraksıyordu.
"Neden geldin, Aneta? Lütfen olabildiğince hızlı söyle. Değerli zamanımı harcıyorsun."
Baş şövalye Albert gözlerini devirdi ama bunu belli etmedi. Kral Ellery yine ukalalığını koruyordu. Keşke, diye düşünüyordu Albert. Keşke taht şu an hala hakkı olanda olsaydı. Keşke taht asil Prens Miguel'in elinde olsaydı.
Miguel bu ülkeyi çok iyi yönetirdi. En azından çocukluk arkadaşı Miguel, sahte Kral Ellery gibi sırf istediği villalar yüzünden zavallı köylülerin evlerini yıkmazdı. En azından o, onlara değer verir, her düşüncelerini önemserdi.
"Ben... Onu gördüm, Ekselansları. Geniş, kudretli, kandan yapılma kanatları vardı..." kadın titreyen elleriyle kanatlarını tarif etmeye çalıştı. "İki metre uzunluğundaydı..."
"Neden bahsediyorsun sen?"
Kadın her iki yanına bakıp sanki kimsenin orda olmadığını anlamış gibi fısıldadı. "O, efendim."dedi ve sesini daha da kıstı. "...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seçilenin Ateşi
FantasyÜç, iki, bir... Sadece yaşadığımız gezegenden başka evrenlerin de var olduğunu, kim bilebilirdi? Üstelik bunlardan bazıları, masal olarak dinlediğimiz Periler'in, Melekler'in ve İblisler'in evreni... Alice de bir Yarı Peri'dir. Ama ruhundaki öfke v...