4.

151 17 30
                                    

Türkiye Cumhuriyeti...
Soğuk savaş dönemi . 5 Kasım 1960.
İstanbul... Dolmabahçe sarayı 8:40.
.
.
2.Dünya savaşının yıkımı hala zihinler de ve ruhlarda devam ediyordu...
Soğuk savaşta bu geleneği ant içmiş gibi ülkeler arasında diplomatik krizler daha da tırmanmıştı... Dünyanın patronu olmak isteyen ABD ve SSCB arasında ki soğukluk gitgide vücut kesen bir bıçağa dönüşüyordu....
Diğerki ülkelerde bu sert kutuplaşmanın acımasız nasibini almaya başlamıştı...
.
.
.
Türkiye Cumhuriyeti boğazdan geçen Amerikan savaş gemilerine bayık gözlerle bakıyordu... Teker teker geçen tonlarca ağırlıkta ki dev gemiler...
Ve sancaklarında ki Amerika bayrakları.. Genç kadın biraz daha tanıdı gemileri ve üstündeki nato üniformalı askerleri...
Koltuğa daha da yaslandı.. Yorgun ve bitkindi halkını korumaya gayret gösterirken.. Ülkesini geleceğini düşünmekten kafayı yormuştu... Sadece biraz huzur ve siyasi izalasyon..
Başka ne isteyebilirdi ki şu lanet hayatında.. Genç ülke elinde ki kahvesinden bir yudum daha aldı...
Kendini dış sorunlarından çok halkına ve devletine önem vermek bir yandan da iyileşmeyi düşünüyordu. Daha uluslararası doktorluğu bitmemişti..
Siyasetten kafayı kaldırmak isterken..
Bir yandan mimarlık, Adli tıp uzmanlığı, ressamlık ve yazarlık çalışmaları.....
Çok iş az zaman...
kendisi de biliyordu ki bunu yapacak gücü hissediyordu..
Genç ülke yine kendi kendine içinden konuşuyordu.. Boğaza bakıp uzunca dalardı her zaman. Düşüncelerin arasından yapıcaklarını düşünürdü..
Gerçekleştirmek istediği tonlarca hayal, iş, güç hepsi bir arada sağlık sorunları ile...
Ne olursa olsun başarmak ve bununla kendisiyle gurur duymak isterdi ve hala da istiyordu kan krizleri bu saydıklarına engel olsa bile... Yapıcaktı o..
Çünkü bu küçük kalp babasına söz vermişti.. Oh kalpçikleri..
Çünkü Türkiye'nin sağ, sol ve aort damarının bağlı lenf düğümcüğüne benzeyen minikle beraber 3 kalbi vardı..
Bu biyolojik olarak anormal karşılanan bir durum olsada
Türkiye'nin garip özelliklerinden biriydi.. Doğum ve savaş etkisinden dolayı iç organları anotomik ve fizyolojik olarak işlevinde değişiklik göstermişti... Sağ ve sol kalbi 0,1 sn lik ara ile atıyordu.. Küçük sol minokardi yani en kiçük 3. Kalbi ise atmıyordu.. Prostata benzeyerek sadece kan akışı sağlanıyordu.. Ne kadar da değişik vücudu oluşmuştu hen sorun hem de mucize gibi... Kahvesini soğumamasını sevmediği için biraz daha yudumlamasını hızlandırdı... Gözlerini Geçmeyi biterememiş çok sayıda pahalı gemiye dikmişti.. Karadenize " Dünyanın polisi" çökmüştü ve ne zaman da çıkacağı hiç belli değildi.. Sovyetlere açıklama yapmasına bile izin verilmemişti.. Birşeyler yapmalıydı.. Hemen burnunun dibinde savaş çıkma olasılığı nefes alma hızından daha yakındı.. Malesef Türkiye ne yapacağını kendisi de bilemez olmuştu. Tek yapabildiği kendine ve istiklal Mahkemesinin akbabalarına lanetler savuruyordu aynı küfürleri gibi.. Sessizce başını eğdi.. Ağlama törenine gitmeden...
Mor gözlerini alt altan zıkkımın kökü kadar uzun olan gemi sürüsüne baktı..
Gerçekten somut adımlar atmalıydı..
Yoksa başına gelecekleri kendisi bile tam kestiremez olmuştu.
.
.
.
Gemilerin suyu yararak oluşturduğu dalgalar rüzgarla beraber daha da köpürdükçe köpürerek kıyıya hızlıca vuruyordu. Asilliğin mimari bulmuş yalıları ise denizin mavililiğine ayrı bir güzellik katmıştı.. Martılar, kediler ve Türkler.. . İstanbul boğazı yine kenarı kalabalıktı.. Türkler birbirlerini sollayarak bir yerlere yetişme derdindeydi.. İşine giden anne ve babalar , okul için servisi bekleyen küçük çocuklar, günlük ihtiyacını çantalarını doldurmuş yaşlı teyzeler., amcalar... Boğazdaki balıkçılar ve feribotlar.. Hepsi yine bir koşuşturma içine kaybolup gidiyordu.. bir ahenk vardı.. sanki. Kovanda ki arılar gibi. Bankta oturan genç adam insanlara dalmış bir şekilde bunları düşünüyordu.. Biraz daha geriye yaslandı sırtı acımaması için.. Ne kadar olduğunu bilmesede uzun süredir burada istanbulun en güzel manzarasını ve insanlarını kucaklayan yerde duruyordu.. Gelen geçen Türkler bu genç adamı göz ucuyla tanıyordu.. Yabancıyı çözmeye çalışıyorlar gibi..
O hala ise bankta oturmaya devam ediyordu.. Üzerinde siyah bir takım elbise, geriye doğru taranmış sarı saçlar ve şık ayakkabılar... Kendini buralı ve Türk olmadığını görünüşüyle çok belli ediyordu.. Ama onun umurunda pek te değildi... Çünkü tüm gözlerin üzerinde olmasını seviyordu..
Her zaman ki gibi.... Banktan ayrılmak istemiyordu genç adam ama gitmesi gereken toplantı vardı.. Artık ayaklanması gerektiğini karar verdi..
Son kez tekrarda güzel şehre baktı..
Gerçekten çok güzeldi.. Kendine ait naifliği.. Kokusu,... Tarihi... Bir yönden kendisini insana bağlıyordu.. Kafasını sağ sola çevirerek kendine gelmeye çalıştı .. Yüzlerce şehir, yüzlerce ülke görmüştü.. Ama neden kafasını bu kadar karıştırmadığını anlayamadı genç adam.. Baktıkça bakası geliyordu.. Huzurlu sakin bir yer gibiydi Ama bir o kadar da karışık yer olmasına rağmen.. Banktan bu sefer temelli olarak kalktı ve arabasına yürüdü genç adam.. İçinde yine o garip his vardı.. Arkasına döndü.. Tekrardan baktı.. Eğer böyle devam ederse kafayı yiyeceğini düşündü.. Arabasına hızlıca binip kontağı çevirdi. Yollardan bazen yine güzelim boğazı ve İstanbul'u seyretmeye devam etti.. Gideceği yer Dolmabahçe sarayıydı... Zamanı az kalmıştı..
.
.
.
.
Genç görünümlü ama ruhu yaşlanmış kadın koltuğa biraz daha yayıldı.. Güllerle dolu bahçesinden manzaranın tadını çıkarıyordu.. Güzelim İstanbul boğazı.. Boğazın bazı yerlerine demir atmış 6 gemi ve onun yarattığı trafik sorunu... Balikçı teknelerinin liman bulamamasından dolayı tekne kirliliği. Yine güzel bir gün olucakti.. İçinden kendi kendine motive etme şekline bakılırsa. Malesef Türkiye titiz bir insandı.. Bu huyunu 2 babasından da en iyi şekilde almıştı.. Öz babası Devlet-i Aliye Osmaniye ve manevi babası Mustafa Kemal Atatürk...
İkisini de her zaman çok sevmişti ama manevi yani Türkiye Cumhuriyeti devletini kurucu babasını hep daha çok sevmişti.. Her zaman onun için bir önder, güçlü bir savaşçı , zeki siyasetçi, özgüvenli halkın adamı ve şefkat dolu bir baba... Geçmişi yad eden ve hatırlayan Türkiye yine olduğu gibi hep hüzünlenmişti. Çünkü o 2 babasını da toprak almış bir yetimdi.. Şimdi ise yanlız ayakta durmaya çalışan, halkını korumak için dididen bir anne misali hem kendi içinde hem de kendi dışında yoğun bir savaş veriyordu.. Ruhsal ve bedensel olarak o kadar çok yorulmuştu ki her zaman Allah'tan ölmeyi diliyordu... Özellikle kriz zamanında kendine zarar verdiği, gözlerinden kanlı yaşların aktığı ve beyninin ona acı çektirmekten zevk aldığı zamanlar. ...
Krizlerinde ölüm ile yaşam arasında o kadar çok kalmıştı ki insanların gerçekten yaşayan ya da ölen bir varlık olduğunu algılayamıyordu.
Sahiden de onlar Allah'ın_
..
"_ Türkiye Cumhuriyeti!! '

" _ Türkiye Cumhuriyeti!! Ordamısınız!!?.
Genç kadın hayal dünyasından ani bir şekilde çıkmasıyla nefesini alamadı.
... Başını biraz daha kaldırdı.. Karşısında bir çift okyanus gözler vardı.. Beyni dış dünyayı algılamaya çalışırken o sadece o güzel gözlere takılı kalmıştı.. Önünde Amerika Birleşik Devletleri yüzleri yakın bir şekilde ona doğru eğrilmişti. Çok yakındılar.. Amerikandan yayılan absent kokusu yüzüne vurmuştu. Ama o kadar ağır içmediğinden kokusu rahatsız bile etmiyordu. Türkiye Amerika'nın mavi gözlerine dalmışken
Aynı durum Amerika içinde geçerli idi..
Türkiye tam beyninin karmaşasından çıkamazken önünde ona doğru eğilmiş 1.90 boyundaki adamın yüzünü inceliyordu sessizce.. Ama en çok o gözler... Küçük kadın hiç tepki vermiyordu.. Resmen yaşadığı ani yakınlık nedeniyle taş kesilmişti ..
İçinden yine hayal dünyasına dalıyordu..

_"o gözler tehlikeli okyanus,
irisleri ise gizemli mariana..."
.
Amerikanında ondan pek farkı yoktu..
Amerika ise koltukta donuk duran küçük ülke insanına merakla bakıyordu.. İlk kez onunla bu kadar yakındı.. Ama garip bir durum vardı o geldiğinden beri Türkiye koltukta kafasını hafifçe yere eğmiş ve buz gibi donuk şekilde oturuyordu.. Ona seslendiğinde hareket etmişti ama yine donmuştu.. Büyük ihtimal kriz öncesi durumunu geçiriyordu..
Aynı o günkü toplantı da olduğu gibi..
Genç adam mor gözlere baktı.. İçinde yine o his canlandı.. İstanbul 'un kendine çeken o güzelliğinde, kendisini saran o karışık hisler ... Şimdi yeniden yaşıyordu yine ve aynı kuvvetle..
Bu yakınlaşma genç adamın kalbinde ritminin değişmesine neden oldu..
Kalbi ilk başlarda yavaşlıyordu ama sonra tekrardan hayata dönmüş gibi hızlanmaya başladı...
Kalp atışları daha da hızlanmaya başlamıştı..
Bu koca hayatında ilk kez böyle oluyordu...
.
.
.
Türkiye 'nin bedeni yere düşmeden Amerika onu tutmuştu.. Herşey çok ani gelişmişti. Genç kadın yine krize girmişti. Ve bilinci kapanmadan önce o narin gözleri Amerika' nın okyanus gözlerine takılı kalmıştı... Çok uzın süredir krizleri devam ediyordu. Bugünde nöbet geçirmişti..
Gözlerinden yine kanlı gözyaşları akmaya başlamıştı. Başını Amerika ya biraz daha yaklaştırdı.. Narin dudaklarından birkaç kelime dökülüyordu ama ne dediği tam anlaşılmıyordu... Amerika yaşadığı durumun şokundan sıyrılarak diplomatlara bağırıyordu yanlarına gelmesi için. ..
Türkiye nefesizlikten boğulmaya başladı.. Yine her zaman ki gibi ağzından acınası şekilde kanları çıkıyordu..
..
.
.
.
_ Neden Mariana bu kadar ulaşılmaz...
.
. Amerika kafasına çevirerek kadına baktı.. Artık nefes dahi almıyordu.
Uzaktan ambulans ile insan sesleri karışıyordu..
.
.
..
Bir insan neden mariana 'ya ulaşmak isterki. Karanlık ve ölümcül..
.
.
.
.
.
.
.

.
.
.
.
.
.
.

" o gözler tehlikeli  okyanus, İrisleri ise  gizemli Mariana"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

" o gözler tehlikeli okyanus,
İrisleri ise gizemli Mariana"...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 15 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

 Tengri'nin Laneti ( Countryhumans) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin