Sonunda Aurora krallığına gelmiştik. "İçeri girmek için görüşme yapmadım. Bu yüzden içeri giremeyeceğiz," dedi Crew. Kafamı salladım. Beraber başka krallıklara gidecekken konuştum.
"Aslında krallıklara bakmamıza gerek yok," dediğimde atı durdurmuş bana bakıyordu. Ben ise omzumdan ona bakarken çok yakındık. Tek kaşını soru sorarcasına kaldırdı. "Şey yani ne bileyim, sıkıcı. Ben eğlenceli bir şeyler istiyorum." Kafasını salladı.
O ileri bakarken ben de önüme döndüm. Atı biraz daha hızlandırdığında atın üstünde hafifçe zıplamaya başlamıştım. Daha da hızlandırdığında ben daha çok zıplamaya başlamıştım. Sinirle omzumun üstünden ona baktım. Gülmemek için alt dudağını ısırmıştı.
"Yavaşlatsana şunu!" dediğimde kısa bir an bana baktı sonra ise geri önüne dönüp atı yavaşlattı. Kaşları çatıldı. Atı döndürdü. Gözlerini kısarak bakmaya devam etti. Baktığı yere baktığımda kırmızı pelerinli altı kişi bir daire oluşturmuştu. Dairenin ortasında ise bir bebek, bizim yaşlarımızda bir kız. Bu kızı Miaların taç töreninde de görmüştüm. Bir prenses olmalıydı. Berbat bir haldeydi. Prensesin yanında da bir renkli hayvan vardı. Hayvan çok solgun görünüyordu. Hayvana biraz daha dikkatli bakınca bunun bir aslan olduğunu anladım. Ama bir aslan nasıl renkli olabilirdi ki?
"Siktir!" Bir kaç büyülü sözü birlikte söylediler. Bebeğin boynuna bir bıçak tuttular. Sözleri devam ederken Crew'i bulamadım. Endişe ile koşarak oraya gittim. Bütün şapkalı kişiler bana döndü.
"Durun!" dediğimde herkes bana baktı. Başımı dikleştirdim. O sırada büyülü sözlerine devam ettiler. Hepsinin gözleri kapanırken onların oluşturduğu dairenin tam ortasına geçtim. Sözleri bittiğinde hepsinin kırmızı gözleri bana döndü.
"Sementa!" dedi Crew. Bana koşmaya çalışsa da görünmez bir çember onu dışarı fırlattı. İçimde bir sinir oluştu. Kısa sürede ise bütün krallıkların prensleri ve kraliçeleri dairenin orada duruyordu. Ayaklarım yerden kesildi. Herkes bana bakıyordu. Mia ağlıyordu. Prensese baktım. Bana yardım istercesine bakan bakışları bebeğin ağlayış sesleri beni daha da sinirlendirirken içimi bir acı kapladı. Sinir ile karıştı. İçimdeki o sinir ateşini daha da körüklerken Han'ın sesi kulaklarıma geldi.
"Hayır! Sementa!" Bağırıyordu. Yere birden düştüğümde ellerimle bacaklarımı sardım. Birden yeri göğü titretecek bir çığlık çıktı. Bu ses bana aitti. Yer sallanmaya başlarken altımdaki yer yırtılmaya başladı. Aşağıda yanan siyah ateş vardı. Kırmızı değil. Kahkaha sesi geliyordu.
"Kurtulacağım Prenses! Daha fazla dayanamayacaksın!"
"Ben...istediğimi...alırım!" diye tüm gücümle bağırırken tekrar ayağım yerden kesildi.
"Olamaz! Hayır, hayır! O kurtulmamalı!" Amelia da ağlamaya başlarken siyahlar içinde boyu 1.85 lerde olan bir uzun saçlı adam çıktı. Benim karşımda durduğunda altı kişi birden onun önünde eğildi.
"Tanrı'nın önünde eğil Prenses!" Dedi. Nefeslerim beni daraltıyorken o çok rahat bir şekilde karşımda duruyordu. Acı ile çığlık atarak gözlerimi yumdum. Acı çığlıklarım devam ederken benim acı çığlığıma onun çığlıkları eklendi. Gözlerimi açtım. Her yeri yanıyordu. Halbüsemki o bir ateşti.
"Yer yüzünün Tanrısı olarak seni geldiğin yere geri gönderiyorum. Darklord! Bir Tanrıya böyle konuşmanın cezasını çekeceksin!" İçimde sanki bir şey vardı da o dışarı çıkmış gibiydi!
Yer geri eski haline dönerken yere düştüm. Midem bulanırken kendimi kusarken buldum. Olivia yanımda konuşuyordu. Ama kimseyi duymak istemiyordum. Siyah kusuyordum. Simsiyah kusuyordum. Kollarımda hâl kalmamıştı. Kendimi yan bir şekilde çimenlere yuvarladım.
"Seni lanetliyorum!" Darklord denilenin sesi kulaklarımda çınlamıştı. Gözlerim kapanırken bilincimi yavaş yavaş kaybettim.
"Uyandı mı?" diye sordu Olivia.
"Olivia, bu kaçıncı oldu! Sus artık!" Gözlerimi yavaşça açtığımda geniş bir odadaydım. Bütün herkes etrafımda yuvarlak olacak şekilde sandalyelere oturmuştu."Sem, iyi misin?" Diye sordu Olivia. Midem bomboştu. Kendimi uyuşmuş gibi hissediyordum.
"Su," dedim. Hemen Mia eline sihir ile bir bardak yaptı. Sülahiyle içine su dolarken suyu izledim. Midem tekrar bulandı. Öğürdüğümde önüme kova konuldu. Yine o siyah kusmuğu döktüm. Su uzatılınca yavaş yudumlar ile içtim.
"Bize olanları anlat," dedi Crew.
Sinirle ona baktım. "Berbat durumdayım görmüyor musun!" Dediğimde herkes bana şaşkınca baktı. Sesim yüksek çıkmıştı.
"Anlatmak zorundasın," dedi umursamazca.
"Sana hiç bir bok anlatmayacağım. Hatta sana değil, hepinize!" Herkesin yüzü bana döndü. Han yanımdaki sandalyeye oturdu. Başımı okşadı.
"İyi misin?" dediğinde kafamı salladım. Saçlarımı okşadı. "Yalnız kalabilir miyiz?" dedi diğerlerine doğru. Olivia banabaktığında kafamı salladım. Crew sandalyesinden sertçe ayağa kalktığında sandalye yere devrildi. Herkes dışarı çıktı.
"Seni bir yere götürmem gerekiyor."
"Hiç halim yok," dedim. Ses tonuma acımıştım. Berbat haldeydim.
"Orman kralı ile ilgili bir konu," dedi. "Ayrıca ışınlanacağız. Merak etme," dediğinde kafamı salladım.
Beni kucağına aldığında ellerimi boynuna doladım. Bana baktı. Tebessüm edip etmediğini anlayamadım ama öyle bir şey oldu. Bir anda kendimi büyük dev gibi ağaçların içinde buldum. Han beni iyice ağaçların içinden geçirdi. Dallarda normal bir şwkilde yürüyorduk. Hiç biri kırılmıyordu. Bir yere geldiğimizde yapraklarla kaplı beyaz bir su vardı.
"Gir," dedi otoriter bir ses ile. Havuza gir diyordu fakat ben ona asla girmezdim. Omzumu silkip daha da ona sokuldum. Beni kendinden uzaklaştırmaya çalıştığında daha çok sıkı tuttum.
"Beni bırakma," dedim. O an durdu. Hareket etmeden durdu. Bir kaç dakika sonra kendimi bir ılık suyun içinde hissettim. Tenini gıdıklıyordu ama mükemmel bir şeydi. Gözlerimi açtığımda Han'ın üstü çıplaktı. Kendi üstüme baktığımda sadece sütyenim vardı. "Ne-" diyemeden havuz siyaha boyandı. İçimdeki rahatlama hissi beni içine çekerken Han'ın göğsüne kafamı koydum.
Han küçük bir kıkırtı attı ortaya. "Prensesim?" dedi ve tek eliyle saçımın bir tutamını arkaya itti.
"Hıı," dedim. Bir kahkaha attığında gözlerimi kapattım. Huzu bğtün her yerimi kaplamıştı.
Birden sudan fokurdama sesi geldiğinde gözlerimi açtım. Han beni hemen kucağına alıp sudan çıktı. Su fokurdamaya devam ederken birden havuz kupkuru oldu. Üstünde ise siyah harflerle bir yazı vardı."Düşmanına bu kadar aşık bakma oğlum, aşk öldürür." Sertçe yutkunduğumda korkuyla Han'dan geri geri kaçmaya başladım.
"Sementa," dedi üzgünce. O an kulaklarıma yine o adamın sesi doldurdu. Kahkaha atıyordu.
"Oyunlarını çok iyi oynuyor, benim oğlum!" Neşeyle kahkaha atıyordu. Hemen ağaçlardan aşağı atladım. Son hız bir şekilde koşmaya başladım. Ben neyin içine düşmüştüm? Teyzem beni buna nasıl itmişti? Ben tehlikede miydim?
"Tehlike de olma küçük Sementam," dedi Conroy tatlı bir şekilde. Sonra ise o ciddi ifadesini takındı. "Tehlikenin ta kendisi ol," dedi.
Bana ne oluyordu. Bu olanlar da neydi? Kafayı yiyecektim. Burada kim düşmanımdı? Düşmanım dostum muydu yoksa dostum, düşmanım mıydı?
Kendimden nefret ediyordum. Berbat biriydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DETERMİNED-
ActionSementa, annesi Emma'nın intikamını almak için uğraşır. Savaşır ve annesini o lanet yerden kurtarır. Sementa aşık olmuştur. Annesinin nefret ettiği ailenin oğlu Crew'e....