1

109 11 18
                                    

Yağmurlu bir gündü. Annemi bekliyordum. Okulda sigara içerken yakalandığım için müdür annemle görüşmek istemişti.

"Hoseok dolapta biraz noodle olucaktı onu ısıtıp yer misin? Geç kalabiliriz yağmur dinicek gibi durmuyor."

Cevap vermedim. Dün gerçekten evde kaos yaşanıyordu. Sigara içen ben değildim o pislik Richard suçu bana atıp kaçtığı için herkes sigara içtiğimi düşünüyordu. Gerçi birkaç kere içmiştim ama o an içen ben değildim!

Noodleı ısıttıp ve kısa süre içerisinde yedim. Saat 12.30 olmuştu çıkma saatimiz geldi demekti. Bir şemsiye alıp çıktık. Kapıcımız Steve çok tatlı bir adamdı.

"Bayan Amy! Nasılsınız? Dışarıda fırtına var nereye böyle?"

Ama biraz gevezeydi.

"Selam Steve! Ufak bir işimiz çıktı. Umarım taksi yakalayabiliriz."

"Siz zahmet etmeyin efendim ben hallederim"

Normalde böyle şeylere babam arabayla bırakırdı bizi. Ama gerçekten pisliğin tekiydi her gün uyanır, televizyonun karşısına geçer ve sadece içerdi. Sürekli sinirlenir ve bağırırdı ama neye sinirlendiğini kendisi de bilmezdi.

Bir gün gece eve gelmedi. Endişelenmedik çünkü bu sıklıkla olurdu, hatta bir gece rahat olduğumuz için mutlu olurduk. Ama sonraki gece de eve gelmedi. Annem emdişelenmeye başlamıştı ama telefonlara cevap vermiyor ve mesajlara bakmıyordu. Dördüncü günün sonunda anneme bir mesaj geldi. Yabancı numaradan.

"Sevgili Hoseok. Ben artık dayanamıyorum ve yeni bir hayata karar verdim. Hoşçakal ve kendine iyi bak"

Evet sadece bu kadardı. Tamamen duygusuzca yazılmış bir paragraf. Artık arabamız yoktu, sadece annem çalışıyordu ve onun nerede olduğunu bile bilmiyorduk. Ekonomik açıdan ne kadar zorlansak da şikayet etmedik. O pislikten kurtulduğumuz için mutluydukta aslında. Annemi zorlamamak ve üzmemek için elimden geldiği kadar iyi davranıyordum. Ama dünkü olay...

Sonunda taksi geldi. Biraz garip görünüyordu - her tarafı kırmızı ışıklarla döşenmişti ve son ses garip bir müzik açılmıştı- bindik ve parayı ödedik.

Gerçekten çok hızlı gidiyordu yediğim noodleın ağzıma geri geldiğini hissettim. Anneme baktığımda onun da benden bir farkı yoktu. Aradan geçen uzun bir 8 dakikadan sonra annem sonunda burda durabilir miyiz diye sordu. Arabadan indik, yağmur hâlâ devam ediyordu. Bir resim sergisinin önünde durmuştuk. Anlaşılan annem sergiyi görünce dayanamamıştı. Resimleri incelemeyi ve resim çizmeyi çok severdi. Onun sayesinde 50 den fazla ressam ismi biliyordum.

" O nasıl bir yolculuktu öyle az kalsın kusucaktım" birden kahkaha atmaya başladı. Ben de ona eşlik ettim. Etrafımızda ki bakışlar artmadan 2 bilet aldık ve sergiye girdik. Daha müdürle olan buluşmaya bir saat vardı.

Etraf gerçekten çok güzel görünüyordu. Annem bir anda kolumdan tutup beni sürüklemeye başladı. Bir tablonun önüne getirmişti beni.

"Oğlunu Yiyen Satürn" FRANCISCO GOYA

Korkunç bir tabloydu. Ama annemin Francisco GOYA hayranı olduğu belliydi. "Bu tabloyu ne zaman görsem içimde çok garip bir his oluşur. Anlatmak istenilen şey çok derin." dedi annem. Bana kalırsa bu sadece caniyceydi o yüzden annemi orda bırakıp uzaklaştım. Bir tablo ilgimi çekmişti ama.

"Saka Kuşu"
Resimde bileğine zincir takılan ve besbelli tutsak olan bir kuş vardı. Detaylar mükemmeldi.

Tabloyu incelerken arkamdan bir ses duydum. " Benimde favorimdir. "

Arkamı döndüğümde bir kız ile karşılaştım. Sarı ve uzun saçları vardı. Yüzünde çiller vardı ve sanırım benimle aynı yaştaydı. Bir bacağı alçıdaydı ve omzunda gitar vardı.
Bir anda utandım ve önüme döndüm. Yanıma geldi.
"Adın ne? Benimki Betty."
"Hoseok"
"Hoseok. Tanıştığımıza memnun oldum."
Kız bana bir kart uzattı. Kartın üzerinde bir numara ve bir dükkan adresi yazıyordu. Cebime koydum ve bir anda kulakları sağır eden bir ses duyuldu.

RUBY -Sope-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin