0.1

807 99 23
                                    

Komodinin üzerinde titreyen telefonumu bir kez daha görmezden gelip yatakta döndüm. Duvar kenarındaki küçük yatağım bana her zaman dar gelmişti. Henüz kontrolünü sağlayamadığım elim soğuk betona çarpınca irkildim.

Yatakta kayarak kendimi yukarı çektim ve telefonumu aldım. Saat sabah dokuzdu.

Hayatımın her döneminde sabah erken saatlerde kalkmaktan nefret etmiş biri olarak yine bir sabah baş ağrısıyla uyanıyordum. Asla ısıtmayan kış güneşinin yüzüme vurması bile beni titretirken üstümdeki yorganı attım.

Belki zorlasak yatak, dolap ve masa haricinde bir de küçük kitaplık alacak odamdan çıkarken gözüm çoktan toplanmış yatağa kaydı. Yan oda benimkinden oldukça büyük ve ferahtı, sonradan geldiğim için bu basık iç karartıcı odada kalmaya mahkumdum. Yine de severdim odamı, hazırlanmak için geri döndüm.

Dolapta dağınık şekilde duran kıyafetlerden bir pantolon bir de düz renk sweat çıkarıp yatağın üstüne attım. Banyoya giderken tek düşüncem bir an evvel çoktan geç kaldığım dersime yetişebilmekti. Son senemi bir yıl daha uzatırsam mezun falan olamayacaktım.

Yüzüme soğuk suyu çarpıp o iç titretici hissin bütün vücudumu ele geçirmesine izin verdim. Bir süre sonra vücudum soğuğa alışırken dış fırçama biraz macun alıp biraz kendime gelmeyi umdum. Rutinler insana bazen yaşadığını hissettiriyordu.

Odama geri dönüp kıyafetlerimi giydikten sonra evden çıkmıştım. Çanta taşıma huyum yoktu. Akademik olarak başarılı biri sayılmazdım. Akademik başarının insan hayatında çok da önemli bir yeri olmadığını düşünmüştüm bunca zaman. Şimdiyse buna emindim çünkü üniversitedeki altıncı yılımda öğrendiğim şey sıfırdı.

Şimdi yine bu sene mezun olup kurtulma umuduyla gittiğim Fen ve Edebiyat fakültesi bana 3 durak uzaktaydı. Dün geceye oranla daha sert olan havaya aldırmadım. Klasik bir Ankara sabahıydı.

Durakta gördüğüm fakültenin önünden geçecek ilk otobüse kendimi attığımda içerideki insanların sıcaklığı beni de ısıtmıştı. Sarı demirlere tutunurken kartımı bastım ve arkaya ilerledim. Tek isteğim sırtımı yaslayacak bir yer bulmak ve iner inmez bir sigara eşliğinde kahvemi içmekti.

Sigarasız ve kahvesiz ayılamayan insanlardan değildim ama yine de kafam yerinde değildi. Olsaydı dünden kalma halimle otobüse binmeyeceğimin bilincindeydim.

Bir durak erken de olsa boşalan kalabalıkla ben de otobüsten indim. Her zaman kahve aldığım tatlı butikten uzaktaydım ama buralarda da bir yer bulma umuduyla ara sokağa daldım. Bir süre öylece volta attıktan sonra bir kafeye denk gelmiştim. Sonunda kahve içebilecek olmanın verdiği hazla içeri daldım. Kapıdaki küçük çan çalmış içerideki birkaç kişinin bakışı bana dönmüştü.

Camekanın içindeki tatlılara bakıp karşımdaki genç çocuğa döndüm. "Bir filtre kahve alabilir miyim?"

Çocuk tezgahın arkasındaki kapıya giderken "Bir dakika." demişti. Gerginlikle saatimr kaydı bakışlarım.

Tezgahtan gelen sesle bakışlarım hızla yukarı kaydı ve yeşil gözlerin sahibiyle buluştu. Tanıdık hareler sırayla yüzümün her noktasına uğrarken yüzündeki şaşkınlığı okuyabiliyordum.

Sonra gözüm yaka kartına kaydı.

Arda Güler.

Okuduğum isimle yüzümde bir gülümsemenin peydah olmasına engel olamadım. Demek ismi buydu.

Kasanın başına geçip ekranda birkaç şeye dokundu "Siparişinizi alabilir miyim?"

"Orta boy filtre kahve." dedim ve cüzdanımı çıkardım cebimden, kartımı okutur okutmaz fişi kesmiş ve arkasını dönmüştü. Aldığı karton bardağa kahveyi doldururken elini yakmış ve acıyla geri çekilmişti.

otobüs durağında,arferHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin