chapter two

240 26 23
                                    

Perdenin sertçe çekilmesiyle yüzüme vuran güneş ışıkları beni rahatsız etmeye yetmişti. Anlamsız mırıltılar çıkararak gözlerimi araladım. "Uyan hadi uykucu!" Anaïs'in sesiyle yatakta sırt üstü uzanarak gözlerimi ovuşturdum. "Kahvaltı hazır, seni bekliyoruz. Zaten yardım etmiyorsun, bari zamanında sofrada ol."

"Geliyorum," diye mırıldandım. Anaïs odadan çıkarken yavaşça doğrularak bakışlarımı odanın içinde gezdirdim. Gözüm duvardaki saate takıldığında on bir olduğunu gördüm. Üzerimdeki ince örtüyü ittirerek bacaklarımı yataktan sarkıttım ve çıplak ayaklarımla zemine basarak kapıya doğru ilerledim.

Koridora çıkarken aşağı kattan Kevin'ın kahkahalarını duyabiliyordum. Koridorun sonundaki banyoya doğru ilerleyerek içeriye girdim ve hızlıca ihtiyaçlarımı giderdim.

Islak yüzümü havluyla kurularken telefonumun zil sesi yankılandı. Hızlıca lambayı kapatarak odama doğru ilerledim. Komodinin üzerindeki telefonumu elime alarak arayana baktığımda Melinda'nın ismini gördüm.

Hızlıca aramayı cevaplayarak telefonu kulağıma yasladım. "Bir şey mi oldu?" diye sordum meraklı bir sesle. Daha dün gece konuşmuştuk, ne oldu da yine aradı acaba?

"Günaydın!" dedi enerjik bir sesle telefonun ucundaki Melinda. "Bakıyorum bugün erkencisin?"

"Günaydın," dedim uykulu bir sesle imasını görmezden gelerek.

"Burada saat iki Mira." dedi Melinda ters bir sesle. "Kendi ülkenin saat dilimini de unuttun ya, diyecek söz bulamıyorum"

Bakışlarım duvardaki saate gitti. Saat sabahın sekiziydi fakat Fransa, Amerika'ya göre altı saat ileride olduğu için şu an orada saat ikiydi.

"Sabahın sekizi burada Melinda. Buradaki saati zar zor algılıyorum bir de Fransa'dakini mi hesaplayacağım?" diye homurdandım. Telefonu hoparlöre alarak makyaj masasının üzerine bıraktım ve giysi dolabıma yöneldim. Dün gece bavullarımdaki giyisilerimi yerleştirmemiştim fakat bu dolap zaten baştan aşağı giyisilerle doluydu.

"Benim duş almam gerekiyor Melinda. Seni daha sonra arasam olur mu?" dedim masanın üzerinden telefonumu alarak.

"Peki." Telefonu kapatarak geri masanın üzerine bıraktım.

Pierre inkâr edilemez bir zenginliğe sahipti. Kardeşi için baştan aşağı bir dolabı dizmek ondan bir şeyler koparmazdı.

Kalçamın bir parmak altında biten kot bir şort ve ince askılı, göbeği açık lacivert bir crop çıkardım. Hava o kadar sıcaktı ki elbise ya da etek beni kesmezdi.

Çıkardıklarımı giyinmeden önce bornozumu ve lifimi alarak banyoya gitmiştim. Gece yatarken pencere açıktı ama yine de terlemiştim. Bu yüzden banyo yapmam gerekiyordu.

Soğuk bir duşun ardından bornozuma sarılarak geri odama döndüm. Dizlerimin bir tık üstünde biten pembe bornozumun kuşaklarının açmak üzereyken bakışlarım balkona açılan cam kapıya döndü. Sabah içeriye güneş girsin ve oda havalansın diye hem kapıyı hem de pencereyi açmıştı Anaïs.

Karşı evde gezdirdim gözlerimi. Birkaç adımda kapıya ulaşıp kapatmak için sertçe tutmuştum ki Melinda'nın fenomenlerin yaşadığını iddia ettiği evin bir penceresinde karartı fark ettim. Beni izleyen ya da dışarıyı izleyen biri yoktu görünürde fakat bir karartı vardı işte.

Kalbim, buna karşı ritmini hızlandırırken hızlıca kapıyı kapattım ve perdeyi çekerek bornozun kenarlarından tuttum. Gördüğüm karartıyı düşünmemeye çalışarak hızlıca şortumu ve cropumu üzerime geçirdim. Spor ayakkabı yerine elbette sandalet tercih etmiştim.

Histoire D'amour | Jaden Walton Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin