İyi okumalar!
İnsanların düşüncelerini okuyabildiğimde on yaşındaydım. Bunu fark edip kabullenmem yaklaşık iki yılımı almıştı.
On iki yaşındaki bir çocuğun sırtına bindirilen bu yükü yıllarca sorgulamış, hep boş bir duvarla karşılaşmıştım zihnimde.
Bunun bir açıklaması yoktu.
Henüz ortaokula yeni başlamış biri için zor olsa da sürekli bu konu hakkında kitaplar okumaya başlamıştım ama evde despot bir babayla yaşıyorsanız bu bile pek mümkün değildi.
Babam sürekli odamdaki kitaplarımı kontrol ederdi. Bu nedenle hiçbir zaman özgürce dizilmiş bir kitaplığım olmamıştı. Bilgisayarım her okula gittiğimde kontrol edilir, girdiğim tüm internet siteler tek tek taranır eğer girmemem gereken bir siteye girmişsem derhal o siteye girişim kısıtlanırdı.
Bilgisayarda oyun oynayan bir çocuk hiç olmamıştım, zararlı sitelere giren de ama babama göre onun istemediği her site zararlıydı. Özellikle de gücümü araştırmak için girdiğim siteler.
Durum böyle olunca evde hiçbir şeyi dilediğim gibi yapamaz hale gelmiştim. Araştırmak istiyordum, bu güç bana nereden gelmişti öğrenmek istiyordum. Benim gibi bu güçle yaşayan başkaları da var mıydı bilmiyordum. Eğer öyle birileri varsa onları bulmak istiyordum, tanışmak, arkadaş olmak...
Öyle yalnız bir çocukluk geçiriyordum ki evdeki Rus bakıcım dışında benimle doğru dürüst sohbet etmek isteyen olmuyordu çünkü okuldaki arkadaşlarım için sadece bir ucubeydim.
İşte kitap okuma alışkanlığım böyle yalnız kalınan günlerimde filizlenmişti.
İlk olarak okulun kütüphanesindeki kitaplarla okumaya başlamıştım. Önüme ne geliyorsa okuyor, bir şekilde yalnızlığımı örselemek istiyordum.
Okudum, okudum ve daha fazla okudum ama okuduğum tüm satırlar sanki sıcak bir havada sizi serinletmeyecek bir suyu içmek gibiydi. Hiçbirinden o yeterli verimi alamıyor, anlatılan dünyayı zihnimde kuramıyordum.
Bir gün kütüphanede yine okumak için bir kitap bakıyordum ki en alt raflardan birinde oldukça eski kapağı olan bir kitapla karşılaştım. Sayfaları sapsarı olmuştu ve sanki yapraklarını açmak istesem elimde un ufak olacaktı.
O kitap ne kadar zamandır oradaydı bilmiyordum ama hayatın yaşlandırıcı gücüyle çok çabuk tanışmıştı. Örselenmiş ve tozlu bir rafta unutulmaya mahkûm edilmişti, tıpkı her gün aynada gördüğüm o ruh gibi.
İşte, heyecanla ilk okuduğum kitap o olmuştu; Agatha Christie'den Doğu Ekspresinde Cinayet.
İlk kez o gün kana kana içmiştim kitapların bana sunduğu suyu. Polisiye, gerilim veya korku artık bu kitabı hangi kategoriye sokmak isterseniz o kategorideki ilk kitabım olmuştu ve o günden sonra okuduğum tek kategori bu oldu.
O kitap o kütüphanede bir yalnızlığa mahkûm edilmişti, tıpkı benim gibi. Ama o günden sonra bir daha hiç yalnız kalmamıştı. Tıpkı, benim gibi.
Deniz Maraz'la da benzer bir hikayeyle tanışmıştık. Yani, kalemiyle... Bir kitapçıda rastgele elimi attığım bir kitap onun çıkmıştı ve sadece arkasını okuyarak almıştım o kitabı.
İlk kitabıydı, en yakın arkadaşının bir organ mafyası tarafından öldürmesi sonucu mafya liderini öldürerek ıslahevine düşen bir çocuğun öyküsünü kaleme almıştı henüz on dokuz yaşındayken.
Ben o yaşımda, on yedi yıllık yaşamıma çok kitap sığdırmıştım. Çok kalemle tanışıp, birçok klasiği kitaplığımda misafir etmiştim ama Deniz Maraz'ın kalemi daha önce tatmadığım o meyvenin tadını damağıma yaymayı başarmıştı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANTONİM
FantasíaKendini bildiğinden bu yana insanların düşüncelerini okuyabilen Serçem, bir gün en sevdiği yazarın söyleşisine katılır. Her şey o ana kadar normal olsa da o söyleşide normal olmayan iki kişi vardır. Deniz Maraz, dünyaca ünlü cinayet romanı yazarı ya...