[ What's going on in that beautiful mind? ]
-
Uzun, hissiz ve dipsizdi. Karanlığımın içinde duyulan nefes seslerim aynı büyülü karanlığın içinde buz olup eriyordu. Kimsenin kulaklarına ulaşamadan sert rüzgarlarımın içinde güçlü bir esintiye av oluyor ve beni bu karanlıkta nefes seslerimi bile duyamayacağım kadar yalnız hissettiriyordu. Yalnızlığın sandığım kadar huzurlu olmadığı söylenmişti. Peki ya neden bu uçsuz bucaksız karanlığımda yapayalnızken dinlenmiş hissediyordum? Bu karanlığın bana ait olması mıydı kendimi suçlayamamamın sebebi?Oysa ben, bana ait olan her şeyden nefret ederdim. Kendimde bulduğum tüm o sahipliklerimden ölesiye kurtulmak isterdim. Seni neden bu karanlığın içine çekmek istiyorum? Baş döndürücü güzelliğin bana birçok cevapsız soru bırakıyor. Her daim acımasızca kendimi sorgulatıyor ve yeniden acımasızca kendimi aşağılatıyordu. Bedeninde kavrulmak isteyen ruhum kendi elleriyle sana gelebilecek kadar cesurken senin böylesine korkuyor oluşun tedirgin etti onu.
Gözlerimi araladığım karanlığımda, saçlarından vuran mavi ışık huzmesi aydınlattı etrafımı. Endişeyle bakan yüzü, ısırmaktan kıpkırmızı yaptığı dudakları ve kemirdiği biçimli tırnaklarıyla açtığım gözlerimi bir daha hiç kapatmak istemedim. Ancak tenimin altına dek işleyen varlığının güzel sıcaklığını aptallıklarımla kaybedersem işte o zaman sonsuza kadar kapatmak isterim gözlerimi.
"Nasıl hissediyorsun?" Baş ucumda oturmuş kafama tuttuğu buzu değdirip çekiyorken hafifçe doğrulduğumda buzu elinden alarak kendim tuttum. "Hissiz." Revire getirilmiştim. Odanın içinde sadece o ve ben vardık. "Başının arkası çok az kanamıştı. O yüzden ufak bir sargı yaptılar. Ben de şişmesin diye buz tutuyordum." sırtımı yasladığım soğuk duvarda başımı geriye atarken yaptığı küçük çaplı açıklamayı dinliyordum.
"Teşekkür ederim, ilgilenip yanımda beklediğin için." Gözlerine değilde tavana bakıyordum. O da bundan rahatsız olmuş gibi karşımda oturduğu sandalyeden kalkarak sedyede yanıma oturdu. "Durgun gibisin. Bilmediğimiz bir yerin mi acıyor?" Hala tavanı izliyorken kurumuş dudaklarımı dilimle ıslattım. "Jeongguk nerede?" Sorusuna cevap vermeden konuyu değiştirdiğimde bir şeyler olduğunu sezmiş gibiydi. Aslında bir şeyim yoktu. Sadece düşüncelerimin içinde kayboluyordum her defasında.
"Bilmiyorum, ikinizin yanından ayrıldığımdan beri görmedim."
"Bana haber vermeden böyle ortadan kaybolmazdı."
"Sanırım ikinizde birçok yönden değiştiniz." Bakışlarımı nihayet ona çevirdiğimde ellerini baldırlarımdan dek sürüye sürüye elimin üzerine getirdi. Onu beklemeyerek parmaklarımızı iç içe geçirip elini dudaklarıma götürdüm. Esmer tenini nazikçe öptüğümde utandığına şahit olmuştum. "Hiçbir zaman değişmek istemedim. Taehyung ben bambaşka biri olmaktan çok korkuyorum." Boşta duran eliyle yanağıma dokunduğunda yüzümü kendi yüzüne doğru çekerek alınlarımızı birleştirdi. "Kötü bir neden yüzünden değiştiğini düşünüyor olsanda aslında sadece büyüyorsun Jungkook."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ma fresia | taekook
FanfictionJeon ikizleri duydukları keman sesinin sahibi mavi saçlı çocuğa ilk görüşte aşık olmuşlardı. !¡semekook ¡!uketae