sıfır bir, park jihoon.

185 18 13
                                    

"Çocuğun ailesi adını Jihoon koymuş." Elimdeki oyuncak arabayı masaya bıraktım. "Halledin siz, benim küçük bir işim var." Junghwan kafasını sallayarak odadan çıktı. Koltuğun üzerindeki ceketimi giyerek odadan ayrıldım ben de. Koridordaki ışıklar yanıp sönüyordu, hâlâ yapmamışlardı anlaşılan. Binanın girişine ulaştığımda açık kapıdan Junghwan' ın motoruna binip gittiğini gördüm. Ne zaman beni dinleyecekti bu çocuk? Telefonum titremeye başladı, cebimden çıkarıp açtım. "Junghwan ben tek giderim dedi, ne yapalım." Girişi koruyan güvenliklere baktım, beni izliyorlardı. Baktığımı gördüklerinde önlerine döndüler hızlıca. "Tek başına gitmesin, sen veya Doyoung. İkinizden biri gitsin yanında." Onaylayarak kapattı telefonu. Yavaş adımlarla kapıya doğru gittiğimde güvenliğin elindeki telefonu aldım ve yere fırlattım. "Sana gün içinde iki defa haber yollamadım mı ben?" Geriye doğru çekildi. "Efendim özür, özür dilerim. Hemen halledeceğim." Başını eğerek yere çöktü. "Affedin lütfen." Bacağımı tutan elinden kurtulup yürümeye devam ettim. "Geldiğimde hallolmuş olsun." Arabayı getirmişlerdi çoktan. Kapıyı açtığımda son olarak, "Siz, siz hiç merak etmeyin efendim." diyişini duydum. Arabayı çalıştırdım ve yola koyuldum. Doyoung arıyordu bu seferde. "Junghwan kendisiyle gitmemizi istemiyor, ne yapalım?" Junghwan sinirlerimi bozuyordu. "Tek bırakmayın onu, zaten yaralı. Seni dinler, git yanına." Doyoung telefonu kapattı.

Arabaya bindiğimden beri peşimde birisi vardı, aynaya baktığımda hâlâ peşimde olduğunu fark ettim. Ani bir frenle durduğumda, o da durdu. Gelmesini bekledim fakat gelmiyordu. Belimdeki silahı aldım elime. Diğer elimle kapıyı açtım. Arkaya baktığımda kapının açıldığını gördüm. Demek ilk hamleyi yapamayacak kadar korkaktı. Madem korkuyordu silaha da gerek yoktu. Geri belime koyarak arabadan çıktım. Yavaş adımlarla yanıma geliyordu, yavaşlığı sinirlerimi bozmuştu. "Ne diyeceksen hızlı ol." dedim soğukkanlı bir şekilde. Yanıma gelip bir zarf uzattı. Elindeki zarfa bakarak "Kimsin sen?" diye sordum. Bileğini uzattı. Ahh.. Şimdi anlıyordum. Bu lanet balık dövmesi. Arabaya geri bindim, saçmalıklar ile uğraşacak vaktim yoktu. Arabayı çalıştırıp giderken arka cama bir kurşun çarptı. Şimdi canım sıkılmıştı işte. Arabayı durdurarak geri indim. Elindeki silahı indirdi yere. "Zarfı size vermek için görevlendirildim." dedi bir şeyleri açıklamak istercesine. Arabanın arkasına gittiğimde yere düşmüş kurşunu elime aldım ve baktım. "Sizi durdurmak için sıktım o kurşunu, camınızın kurşun geçirmez olduğunu biliyorum efendim. Lütfen alın bunu." diyerek zarfı tekrardan uzattı. Yanına yaklaştım iyice, zarfı tutan elini değilde diğer elini tuttum bir çırpıda. "Şimdi şöyle ki, arabama silah kaldırdığın için bu elini kırmam gerekiyor." Cesur durmaya çalışıyordu fakat korkusunu gözlerinden okuyabiliyordum. "Kırın efendim." dedi sakin kalmaya çalışarak. "Seni peşimden gönderenler demedi mi sana bu adamın arabasına karışma yanarsın diye?" Kafasını salladı hızlıca. Beni tanımayacak kadar yeni birisi değildi anlaşılan çünkü çaylağı peşimden göndermezlerdi. "Efendim elimı kırın ve mektubu alın lütfen, size bunu ulaştırmazsam öleceğimi söylediler." Bindiği arabaya doğru baktı. Arabaya baktığımda sağ ön koltukda birisinin daha olduğunu gördüm. Belimdeki silahı çıkararak ön koltukdaki adama doğru bir el ateş ettim. Cam tuzla buz olurken adamın kafası geriye doğru düştü. "Şimdi söyle elini kırayım mı? Seni izleyen başka birisi yok." Gözleri dolmuştu, "Lütfen izin verin gideyim." Yeni alınmıştı işe, yanında Chanhyung geldiği için rahat rahat peşimden göndermişlerdi. Uzun zamandır karşıma çıkmayan Chanhyung' u öldürmek bana yeterince haz vermişti bugün. Elini bırakarak mektubu aldım elinden hızlıca. Cebimden çakmağı alıp mektubun ucunu ateşe verdim. Karşımdaki elimden tutuşmak üzere olan mektubu almaya çalışırken elimi geriye götürdüm. Mektup alıştığında yere bıraktım. "Bana bak, bana orada her ne oluyorsa haber ediyorsun! Elini kırmadığım için bana borçlu olduğunu unutma. Eğer yanlış bir şey yaparsan ondan farkın kalmayacak." dedim Chanhyung' u göstererek. Kafasını salladı hızlıca. "Tamam efendim, size nasıl ulaşacağım peki." Yanan kağıda basarak arkamı döndüm. "Orasını sen düşün." Arabaya bindim, fazla zaman kaybetmiştim burada. Gaza bastım iyice. Bir an önce intikam almak istiyordu canım. Yaklaşık bir saat süren yolun ardından küçük saray gözüme görünmüştü. Keyifle güldüm. Sarayın bahçesinin dışındaki kapıda bekleyen güvenlikler arabamı görünce birbirine bakıp bir şeyler söylediler. Diğeri de kulağını tutarak konuştu. Aklınca diğerlerine haber veriyordu. Kapının önüne geldiğimde durdum ve pencereyi açtım. Güvenliğe hiçbir şey demeden baktım birkaç saniye. Kapıyı açmamıştı, "Aç şu kapıyı." Güvenlikler tekrardan birbirlerine baktılar. "Sizin girişiniz için izin verilmiyor." dedi soğuk sesiyle. Gözlerime tuhaf bir şekilde bakıyordu. "Aç dedim sana kapıyı yoksa ben açmasını iyi bilirim." İçeriden birkaç koruma daha geldi. Benimle başa çıkabileceklerini sanıyorlardı. "Sana son kez diyorum aç kapıyı." Yeni gelenlerden birisi, "İçeriye girmeniz yasak." dedi gülerek. Gülmüştü hemde bana. Arabadan indim belimdeki silahı alarak, rahatımı bozmaları işleri daha da çıkmaz hale getirmişti. Elimi cebime sokup bıçağı aldım ve çıkardım. Bıçağı açarken içlerinden birisi silah doğrulttu. Silah doğrultan bana gülendi. Ona doğru döndüm ben de. Yüzünde haince bir gülümseme vardı. Ne düşündüğünü merak ediyordum, ona beni öldürebileceğini düşündürten şey neydi gerçekten merak ediyordum. Sağ elimdeki bıçağı arkamda kalan ve üç defa söylediğim halde kapıyı açmayan güvenliğe sapladım. Silahlı bir el ateş ettiğinde geriye çekilip kendisine doğrulttum silahımı. Elindekine mi güveniyordu? Silahı tutan eline sıktım. Silahı yere düşerken acı ile elini tuttu. Geriye kalan iki kişi geriye doğru çekildiğinde elini vurduğum "Ne bakıyorsunuz, işini bitirin." diye emretti. İkisi bir şey yapmadan geriye doğru yürüyorlardı. Elinden yaralananın yanına doğru gittim. "Sen mi benim işimi bitireceksin?" Güldüm. "Komikmişsin sen, yazık oldu." diyerek vurdum karnından. Diğerlerine baktığımda iyice geriye doğru gitmişlerdi. "Kaybolun." diyerek silahı onlara doğrulttum. İkisini koşarak gitmişti hızlıca. Bıçağımı sapladığım adamın kolundan çektim bıçağı. "Yardım et." dedi. "Kapıyı açsaydın ederdim belki." diyerek yanına eğildim ve bıçağımı boğazına doğru götürdüm. "Yapma, yapma lütfen. Özür dilerim, yapma." Yarım yamalak güldüm ve bıçağa bulaşan kanını üzerine sildim. Bir yumruk atıp yanından kalktım. Sarayın kapısına geldiğimde kapının yanındaki kameraya yumruğumu geçirdim. Zile bastığımda bir koruma açtı kapıyı. Artık bunlarla uğraşmak istemiyordum. Yumruk attım yüzüne, sendelerken bacağına da bir tekme atıp yere düşmesini sağladım. Koridordan iki kişi daha geldiğinde diğer tarafdan da bir kişinin geldiğini gördüm. Üçü aynı anda bana doğru koşuyordu. Koruma diye çocuk mu almıştı işe? Ne komikti bu Bonhwa. Bana geldiklerinde ikisinin kafasını birbirine çarptırarak yere düşürdüm. Diğeri tek kaldığında elimle gelmesi için işaret ettim. Geriye çekildi, kendisi gibi adamları da korkaktı. "Gel, gel olmayacak bir şey." Arkadan bir adam daha gelince sanki kendine gelmiş gibi üzerime doğru geldi. Yakasından tutup kendime çektim arkadan gelen adam bana gelecekken tuttuğum adamı üzerine attım. İkisi yere düşmüştü. Tuttuğum diğerinin üstüne düştüğünden hâlâ kendindeydi. Karnına tekme attım iki defa. "Ah." Yakasından tutarak yüzüne yumruk attım. Yumruk yemeden olmuyordu. Merdivenlerden çıktım hızlıca, Bonhwa' nın odası olduğunu varsaydığım ilk odaya girdim. Kimse yoktu. Diğer odaya girdim yine kimse yoktu. Üçüncü odaya girdiğimde buranın onun yatak odası olduğunu anladım; yatağın üzerindeki kadın kıyafetleri ve çıkarmakdan vazgeçmediği kırk yıllık bok sarısı ceketi sayesinde. Tetik sesi duyduğumda arkamdan birisinin bana silah doğrulttunu anladım. en nefret ettiğim şeylerden birisiydi bana silah doğrultulması. Arkamı döndüm yavaşça. "Şhh sakin ol." diyerek elindeki silahı tuttum. Tetiğe basacağı sırada sol elimle bir yumruk attım yüzüne. Elimdeki silahı yere atıp odaya girdim iyice. Su sesleri geliyordu. Odanın içindeki banyonun kapısına geldiğimde iki kez tıklattım. Ses gelmeyince birden açtım kapıyı. "Size buraya gelmemenizi söylemedim mi?" diye bağırdı kucağındaki kadınla ilgilenirken. "Çık dışarıya." Olduğum yerde dikilmeye devam ettim. "Gerizekalı sana çı!" O sırada beni gördü. Şaşkınca bana bakarken kucağındaki kadın beni fark ettiğinde göğüslerini kapatmaya çalıştı elleriyle. "Geçip git." dedim Bonhwa' ya bakarken kadına. Kadın olduğu yerden kalkıp havluyu üstüne aldı ve yanımdan geçti. "Elimde kaldın, hemde bu halde." dedim ona gülerken. "Kendine gel, bana hiçbir şey yapamayacağını çok iyi biliyorsun." dedi. Cukladım. "Bence gayet de iyi biliyorsun sana istediğim her şeyi yapabileceğimi." Ayağa kalktı ve iç çamaşırını üzerine giydi. "Seni öldürmeye geldim. Ölünce kıyafetlerini çıkaracaklar boşuna uğraştırma insanları." Kıyafetlerin arasından aldığı telefonundan birilerini aramaya başladı. "Arama kimseyi, sana yardım edecek hiç kimse yok." Şaşkınca bana bakarken elindeki telefona uzanarak elinden aldım, kenara attım. "Nerede kalmıştık diyerek boğazından tutarak onu duvara yasladım. Dışardaki adamlarının bana söylediklerini tekrar ettim. "Sizin girişiniz için izin verilmiyor. İçeriye girmeniz yasak. Bunları senin adamların söyledi bana." Daha çok sıktım boğazını, elimden kurtulmaya çalışıyordu elleri ile. "Peki sen, benim evime hangi izin ile girdin? Sen kimsin de benim evime girip kardeşime saldırıyorsun tüm adamların ile?" Dimiz ile kasığına bir tekme attım. "Soytarı, yaptıklarının yanına kalacağını mı sandın sen? Ortalıktan kaybolunca seni bulamayacağımı sandın? Seni kendi ellerimle boğacağım. Hayata tutunmaya çalışırken gördüğün son şey benim bu güzel gözlerim olacak. Yalvaran gözlerine ise asla kanmayacağım bu yüzden boşu boşuna çırpınma." Elimi boynundan çekerek saçlarını tuttum. "Yapma." diyordu ve benim asla umurumda değildi bu isteği, kendi kendine konuşuyordu sadece. Kafasını içi su dolu küvete soktum. Elimi tutmaya çalışıyordu kurtulmak için. "Sen Junghwan' ı boğarak öldüremedin fakat ben seni öldüreceğim." Elleri düşerken çırpınmayı bıraktı. Ölmüştü. Elimi saçından çekerek ayağa kalktım. Banyodan çıktığımda içerideki kadın korkulu gözlerle bana baktı. Neyse ki giyinmişti. "Beni buradan götürün lütfen." dedi kızarmış gözleriyle. "Seni yeterince tatmin etmedi mi, niye gitmek istiyorsun?" diye sordum yürümeye devam ederken. "Beni buraya zorla getirdi çünkü." Şerefsiz Bonhwa. Kadın peşimden geliyordu, bilgisayar odasına girip tüm kayıtları sildim ve saraydan çıktım. Kendini bir sarayda saklayacak kadar gerizekalıydı. Yerdeki adamlardan birisi yoktu. Diğeri baygın bir şekilde duruyordu. Arabaya bindiğimde, kadına geçmesi için işaret ettim. Kapıyı kapattığımda klimayı açtım, üşümüş olabilirdi. Hızlıca olduğumuz yerden ayrılırken kadının bana bakıp bakıp durduğunu fark ettim. "Kimsin sen?" diye sordu birden. "Yani onu öldürdün öylesine birisi olmamalısın." Öylesine birisi. "Ortalığı karıştırma." dedim yüzüne bakmadan. "Gizemli birisine benziyorsun ayrıca çok da yakışıklısın." Arabayı hızlıca durdurdum. "Susacak mısın yoksa seni burada indireyim mi?" Pencereden dışarıya baktı. Hava kararmıştı ve ormanlık bir yerdeydik. Ardından bana döndü geri. "Tamam, sustum." Arabayı geri çalıştırdım.

Bir süre sonra şehir merkezine dönmüştük. "Evine git ve ortalıkda görünme birkaç gün." Kapıyı açtı, inerken teşekkür etmişti. "Peki sen kimsin gerçekden merak ediyorum. Adını bilmeden seni bir daha nasıl bulurum?" Göz devirdim. "Beni bulmana gerek yok, dediklerimi yap." Kapıyı kapatmıyordu, sinirlerim çıkmıştı tekrardan. Uzanarak kapiyiy kapattım. Eve doğru sürdüm hızlıca. Saçmalıklar yüzünden gereksiz vakit kaybetmiştim bugün. Ulaştığımda kapıdaki güvenlik kapımı açtı. "Hoşgeldiniz efendim." diyerek kenara çekildi. Eve girdiğimde Doyoung' u gördüm. Koltukda oturuyordu. Beni görünce yanıma geldi. "Hallettin mi?" Kafamı salladım, "Hallettim." Doyoung belime elini koyarsk dokunduğu yeri sıvazladı. "Junkyu geldi geri." Doyoung' a döndüm şaşkınca. Odama girdiğimizde ardımdan kapıyı kapatıp koltuğa uzandı. "Peki sen iyi olacak mısın?" Doyoung kafasını salladı. "İyiyim, onun yüzünden işlerimizin aksamasına izin vermem merak etme." Ayaklarımı masaya uzattım. Doyoung ile Junkyu' nun arasında tuhaf bir yaşanmışlık vardı fakat Junkyu' nun işden ayrılmayı istemesi ile bitmişti. Niye Doyoung' u yarıda bıraktığını bilmiyorduk. Geri dönmesi bir yandan iyi olmuştu, yetenekli bir elemandı. Kapı çaldığında "Gel." dedim seslice. Junkyu ve Junghwan içeriye girmişti. Doyoung uzandığı koltukdan kalkarak düzgünce oturdu. "Bu nasıl bir sürpriz böyle Junkyu? Haber verseydin keşke karşılardık seni." Junkyu küçük bir gülümseme sundu. Yaklaşık bir buçuk aydır yoktu. "Bana ihtiyacınız olduğunu duydum." Junkyu yanıma gelerek elini uzattı. Çekmeceyi açarak aldığım çakmağı ona uzattım. "Bir daha yanlış şeyleri yakma." Junkyu kafasını sallayıp çakmağı eline aldı. "Abi bir iş var, halletmemiz gerek." Kaşlarımı çatarak Junghwan' a baktım. "Bir grup var, şirketlerinden ayrılmışlar ama şirket paralarını vermemiş. İşe el atmamız lazım." Kaşlarım daha da çatılmıştı. "Bu bizim işimiz değil Junghwan!" Junghwan sinirlenmişti. "Halletmek zorundayız diyorum sana!" Doyoung, Junghwan' ın kolundan tutarak onu sakinleştirmeye çalıştı. "Bunu niye bu kadar istiyorsun? Yaralısın hâlâ daha çok hasar almaman gerekiyor." Junghwan göz devirdi. "Aşık olduğum idolün olduğu grup çünkü." Doyoung kahkaha attığında Junkyu ona boş boş baktı. "Sen ünlü birisine mi aşık oldun?" Junkyu' ya dönerek başını salladı Junghwan. "Kimmiş bu grup?" Junghwan umutla bana bakarak "Treasure." dedi. Treasure, tanıdık gelmişti bu ad bana. Telefonu elime alıp grubu arattım. Niye şirketten ayrılmışlardı? Hangi şirketin bünyesindeydiler? Bunları öğrenmem lazımdı. Grubun üyeleri arasında Choi Hyunsuk adında birisini görmem ile tutuldum. Hyunsuk? Başımı yavaşça kaldırdım. Junghwan başka bir yere bakıyordu. "Abi, lütfen." O sırada Doyoung konuştu. "Jihoon, gerçekden üzgünüm ama içerde kalan paraları büyük bir mevla." Kafamı salladım. "Bu işde yokum ben, koskoca şirketi mi soyacağız?" Korktuğumdam değildi, Hyunsuk' u görmek istemiyordum. "Abi, soymak değil. Onların hakkı bu, alamıyorlar." Sinirlerim çıkmıştı. "Junghwan, karışmayacağız bu işe. Daha fazla diretme!" Junghwan sinirli bir şekilde odadan çıkarken Junkyu peşinden gitti. Doyoung ile tekrardan başbaşa kalmıştık. "Hyunsuk ile karşılaşmayacaksın bile Jihoon, lütfen düşün bunu." Telefonu masaya bıraktım ve arkama yaslandım. "Madem bu kadar yardım etmek istiyorsunuz bensiz halledin o zaman, gelmeyeceğim." Bir oflama sesi. "Jihoon, sensiz bu işi halledemeyeceğimizi biliyorsun ve gelmek zorundasın. Bana zorluk çıkarma!" Sol kaşım havalanmıştı. "Yani demek istediğim, bize zorluk çıkarma. Sensiz eksiğiz." Derin bir nefes aldım. "Junghwan kime aşıkmış?" Dudağını büzerek telefonu eline aldı. "Adını bilmiyorum, fotoğrafını göstermişti." Birkaç saniye sonra ekranı bana çevirdi. Fotoğrafın altındaki ismi okudum. Park Jeongwoo. "Tamam, sadece Junghwan için size yardım edeceğim." Doyoung gülerek telefonu kenara koydu. "Peki Hyunsuk? İntikam almak istiyordun. Bunu yapacak mısın?" Dört yıl olmuştu, içimde o günden beri içimde var olmaya devam eden intikam ateşini gizlemeye çalışsam da Doyoung biliyordu işte. "Bir şey yapmayacağım. Herhangi bir haber duyulursa hayatı mahvolabilir. Biliyorsun eğer idol olmasaydı çokdan intikamımı almıştım." Onun hakkında konuşmak bile sinirlerimin en üst seviyeye çıkmasına sebep oluyordu. Ne görmek ne de o sesini duymak istiyordum. "O senin hayatını mahvetmişti, ben o günleri asla unutamam Jihoon, ona yaptığı en büyük hatanın bedelini sen ödetmeyeceksen ben ödeteceğim hemde yıllar sonra karşımıza çıkmışken." O da benimle iyice sinirlenmişti. "İdol olması umurumda değil, başına geleceklerde umurumda değil." Jaehyuk içeriye daldı birden. "Junghwan, şirkete gitmiş! Kalkın çabuk." Doyoung ile birbirimize bakarken kafamızda bir cevap oluşmuştu, ama yine de aynı anda sorduk. "Hangi şirket?"

"YG."

blood & heartHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin