altı, sigara dumanı.

39 10 2
                                    

Zihnin yok oluşu, zihnin kaybedilişi, kaybolmuş zihniyet. Zihnim yok olmuştu, kaybetmiştim ve kayıp zihniyetim olmadan kaybolmak istercesine yürüyordum bir yerlere doğru. Her yerini bildiğim bu şehirde kaybolmak nasıl zordu benim için.. Unutmak istedim her yeri, onunla yaşadığım anılarımın olduğu her yeri unutmak istedim. Bu şehri unutmak istedim. Hafızamın her bir yerinden kazıyarak çıkarmak istedim onu. İstiyordum bir şeyleri ama imkansız şeylerdi. İmkansızlığın karşısında elim kolum bağlanmıştı sanki. Sert dalgaların büyük kayalara çarparken çıkardığı sesler ürkütücü boyutta sesliydi. Deniz taşmak istercesine taşlara vuruyordu. Ayın aydınlattığı bir noktaydı bu uçurum kenarı, ay olmasaydı burası zifiri karanlığa gömülü kalırdı. Ayaz vardı, mart her zamankinden daha sert geçiyordu bu yıl. Sanki farkındaydı o da olanların. Soğuk ayaz vücudumu iyice soğuturken aya baktım. Dolunaydaydı ay, Hyunsuk ile tanıştığım günde dolunay vardı. Dolunayla başlayıp dolumayla bitmişti her şey. Nefret etmiştim şu an dolunaydan, bir gök cisminden ne kadar nefret edilebilinirse o kadar. Uçurumun ucuna oturdum, denizi bu kadar hiddetlendiren şey neydi bilmiyordum. Deniz de kızgındı benim gibi. İçimde olan şey taşmak istiyordu olduğunu yerden, denizde öyleydi. Aşağıya sarkan ayaklarımı sallandırarak denizi izledim. Kendimi izliyor gibi hissediyordum, benim aynamdı bugün. Aniden hızlı bir rüzgar esse aşağıya düşerdim kesinlikle. Hızla gelen bir rüzgar dalgasını bekledim. Kendim yapamazdım bu düşüşü ama başka bir şey buna neden olabilirdi. Bile bile atlayamazdım asla. Annem vardı benim, babam vardı. Kardeşim vardı. Ailem gibi olan arkadaşlarım vardı çünkü. Onlar varken atlayamazdım buradan. Bacaklarımı kendime doğru çekip biraz geriye gittim. Saçmalıyordum, Hyunsuk yüzünden buradan atlamayacaktım. O artık hayatımda yoktu, o artık ölmüştü. Çenemi koyduğum dizime bir damla akmıştı gözümden. Soğukdan kuruyan elimle gözümü sildim. Hyunsuk yüzünden asla ağlamayacaktım, az önce düşündüğüm gibi; o artık ölmüştü. Burnuma gelen kokuyla arkama döndüm, kimse yoktu ama sigara kokuyordu buram buram. Bir çırpıda ayağa kalkmış ve etrafıma bakınmaya başlamıştım. Gözlerimi kıstım ve dumanı görmeye çalıştım, ilerdeki koca kayaların üstünden çıkıyordu duman. Oraya doğru yürüdüm, niye bilmiyorum orada olmak istemiştim. Kayaların yanına vardığımda iki kayanın arasındaki küçük kayaya yaslanmış birisi ile karşılaştım. Ay ışığı yüzüne vurmuştu ve o ağlıyordu, kurumuş dudaklarının arasındaki sigarayı tutuyordu titreyen eli. Saatlerdir ağlamış, gözleri kıpkırmızı olmuştu. Şimdi ise yorulmuş gibiydi, göz yaşları kendiliğinden düşüyordu. Bir döngüdeydi, o kadar dalmıştı ki karşısını izlemeye beni fark etmemişti bile. Belki de umursamamıştı. İkilemde kalsamda yavaşça yanına oturdum. Boşda olan eli kırdığı dizinin üzerindeydi, o titremiyordu. Sigarayı tutan eli hâlâ titriyordu. "Sigaran var mı?" diyiverdim bir an. Bana bakmadan diğer tarafında duran sigara paketini önüme attı. Orada sigara paketi olduğunu görmemiştim. Umursamazdı, bitik görünüyordu. Sigara paketini açarken çakmak da koymuştu. Bir dal alıp ateşe verdim. Ona eşlik ettim sessizce, sigara bittiğinde izmariti kenara bıraktım. Onun sigarası ise çokdan bitmiş diğerini içmeye başlamıştı. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama uzun bir süre oturduk, paketi bitirmek üzere olduğuna emindim. Altıdan sonrasını saymamıştım, bırakmıştım saymayı. Kolumdaki saate baktığımda gece yarısı olduğunu fark ettim. Martın on beşinci gününe girmiştik, on dokuzuncu yaşımın ilk günü karanlık ve soğuk bir şekilde başlamıştı. "Git artık." dedi kolumdaki saate baktığımı fark ettiğinde. Geldiğimden beri ilk kez baktığı yerden başını bana doğru çevirmişti. Artık ağlamıyordu, kuru havanın soğukluğu kurutmuştu göz yaşlarının izlerini. "Kalk." dedim soğuk bir ifadeyle. Yüz ifadesi değişmiş, kaşlarını çatmıştı. "Bakma öyle kalk." diyerek ayağa kalktım. "Kalk hadi, dördüncü kez söyletme." Bir şey demeden geri önüne döndü. "Kalkmayacak mısın?" Cevap vermemişti. Benden daha kötü haldeydi ve onu burada bırakamazdım. Buraya ne için ve nasıl geldi bilmiyordum. Emin olduğum bir şey vardı, geldiği halinden daha kötüydü kesinlikle. Düşündüklerini tahmin edebiliyordum, bir anda bu kadar sigara içmesi aklımda bir şeylerin canlanmasına sebep oluyordu. Babamın bir vakasında, intihar eden bir adam uzun bir not bırakmıştı ve notta şöyle bir kısım vardı. "... son kez sigara içiyorum şu an çünkü verdiğim para için bunu bitirmek zorundayım. son kez bu zehiri içime çekeceğim için hepsini bitirmek zorundayım. paket ne zaman biterse o zamana kadar yazacağım.." Cinayet süslerinin olduğu bir intihar vakasıydı. Ülke o zamanlar bu vakayı konuşuyordu, okulda bile gündemimiz buydu. O kadar merak ediyordum ki, babam bu işi araştıran dedektiflerden birisiydi. Babamın dosyalarını karıştırırken adamın notunun bir kopyasını bulup okumuştum. O günden beri bu cümleler aklımın içindeydi. Şimdi de belki onun da bu ihtimali düşündüğünü varsayıyordum. Onu burada tek başına bırakmayı bu yüzden istemiyordum. Tekrardan yanına oturdum, "Sen gidene kadar yanında kalacağım." Derin bir nefes aldı. Birden elindeki çakmağı bana uzatıp yaktı. "Git, yoksa seni yakarım." Çakmağı tutan eline baktım ardından gözlerine. Korkuyordu, "Bunu yapmak istemiyorsun, sakin ol." dedim. Güven vermek adına en yumuşak ifademle gözlerine baktım.
Çakmağı geri kapatmıştı, "Neden buraya geldin? Git diyorum sana." Kırık kırık sinirli duyulan sesine inat sakin bir tonda cevap verdim. "O lanet sigarayı içmeseydin dumanı görmeyecektim. Buraya gelmeyecektim." Önüme döndüm ardından, "Git!" dedi yeniden. "Ben gidince ne yapacaksın? Ne için gitmemi bu kadar istiyorsun?" Küçük bir taş alıp denize fırlattı, bir süre taşın düştüğü yere baktı. "O taşın yanına gideceğim, şimdi git." Kalbime bir ağırlık düşmüştü, eğer ona engel olamazsam ömür boyu kendimi affetmeyecektim. Şans eseri onu burada bulmuştum, belki de onun kaderini değiştirmem için gelmişti başıma bunca şey. Hyunsuk doğum günü partisinde olsaydı, ben oradan kalkıp Hyunsuk' un evine gitmeyecektim. Onu o halde görmeyecektim ve buraya gelmeyecektim. Ama Hyunsuk partide değildi, evine gittim, her şeyi görüp kaybolma ve yok olma isteğimde buraya geldim. Bunlar olduğu için onu burada görüyordum. "Taşın yanına gidersen, ben de senin peşinden gelirim. Gitmeyeceğim." Ellerimi hissetmiyordum artık, hava çok fazla soğumuştu. "Lafdan anlamaz mısın sen?" Eline gelen çakılları teker teker dalgalı denize atıyordu. Atladığı an o dalgalar kendisini sürükleyecekti, kendimi vazgeçirmişken onu vazgeçiremeyişimin altında eziliyordum. "İnsandan da, lafdan da anlarım ben. Gözlerine baktığımda koca bir korkuyu gördüm. Sen gözünün döndüğünü düşündüğün için aklındakini yapmaya çalışıyorsun. Ama gözlerini sen değil ben görüyorum, korkuyorsun. Eğer korkmasaydın buraya geldiğin ilk an aklından geçeni yapardın." Birkaç saniye durdum, "Yapma, sorun ne bilmiyorum ama yapma. Farkındayım dünya bokdan bir yer ama bu bokdan dünya için kendini terk etmeye değmez. Bir düşüncenin seni yönetmesine ve seni kullanmasına izin verme. Sen önemlisin, bunun farkına varmak zorundasın." Umurunda mıydı dediklerim bilmiyorum ama duyduğunu emindim. "Düşün, dediklerimi düşün istersen. Ben buradayım, gitmek istediğinde burada olacağım." dedim bakmaya devam ederek. Asla bana bakmıyordu ama gözlerinden tekrardan düşen yaşı görmüştüm. Yavaşça ayağa kalktı, ardından ben de kalktım. Önümüzdeki uçurumun önüne doğru ilerledi, ne düşündüğü bilmiyordum sadece ağlıyordu durmaksızın. İyice ucuna varmıştı, arkasında onu izliyordum. "Hayatım asla değişmeyecek." dedi kısık sesle. Dediklerim aklını meşgul etmişti biraz, şimdi o yüzden ağlıyordu. Onu vazgeçirmemden korkuyordu belki de. Bana doğru döndü, biraz daha uzaklaştı. Ayağının yarısı boşlukdaydı. "Git başımdan artık." Yutkundum söylediği cümle ile. Gözünden birkaç damla daha düştüğünde hızlıca sildi. Bir süre önce istediğim şey şimdi olmuştu, ani gelen rüzgar esintisi ile dengesini kaybetmişti. Onun kaderi asla bu olmamalıydı. Düşerken ona ulaşmaya çalıştığımda kendimi yerde bulmuştum. Elini tutmuştum, sadece bir elini. Elim titriyordu, onu düşürmekten korkuyordum. Başımı uçumun aşağısına götürdüğümde aşağıya doğru baktığını gördüm. Yüzüm ekşimişti, korkuyordum kesinlikle. Bana baktı başını kaldırıp. "İzin ver düşeyim. Beni bırak ve git." Düşmek istemiyordu asla, bunu diyor olsa bile elimi sıkıca tutmaya devam ediyordu. Öncelikle benim kalkmak gerekiyordu buradan. Onu yakalamak için yere düşmüştüm, iki ihtimal vardı ya kalkabilecektim ya da onunla aşağıya düşecektim. "Asla!" dedim dişlerimin arasından konuşarak, şu an konuşabilmenin başka bir yolu yoktu. Boşda duran elimi yere koyup kalkmaya çalıştım. Bacaklarımın üstünde duruyordum ama kalkacak gücüm yoktu. Diğer eliyle de koluma tutunmuştu. Dizlerim yere sürtünerek biraz öne doğru gittim ani tutuşu ile. Geriye gitmeye çalışırken daha çok öne gelmiştim, uçurumun dibindeydim tam olarak. Alt tarafda denizi coşturan dalgaların sesini bastırabilmesi için bağırmaya çalıştım. "Sakın bırakma." Dişlerimi sıkarak ayağa kalkmaya çalıştım, bacaklarım titriyordu. Kolumu tutan eli kolumdan ayrıldığında tekrardan bağırdım. "Koluma tutun yeniden. Tek elle tutmak güç kaybettirir." Elim terlemişti bu şekilde düşebilirdi. Var olan tüm gücümle ayağa kalkmayı başarmıştım. "Kolumu tut, çekeceğim." Sesimi duymuş olmalı ki, kolumu tutmuştu. Yavaş yavaş arkaya doğru gitmeye çalışıyordum, onu biraz daha yukarıya çektiğimi hissettiğimde daha fazla gayret etmeye çalıştım. Kendi sınırlarımı zorluyordum, sarkan birini tutmak gerçekden zordu. Biraz daha geriye gitmeyi başardığımda sağ elini yukarıya çıkarmayı başarmıştı o da. Oraya tutunup kendisini çekmeye çalışıyordu, birkaç saniye içinde onu yukarıya çıkarmıştım. Nefes nefese kalmış şekilde onu geriye doğru getirdim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Hiç beklemediğim bir şey oldu, sıkıca bana sarıldı. Kalbinin ne kadar hızlı attığını hissedebiliyordum, "Sana bir can borcum var." sesi titriyordu. Beline elimi koydum ve sıvazladım. "O zaman benimle geliyorsun çünkü can borcuna ne zaman ihtiyacım olacak bilmiyorum." Sarılmayı sonlandırrıp geldiğim yola baktım. "Hadi." Başını sallayarak yerdeki çakmağı aldı ve peşimden gelmeye başladı. Yaklaşık on beş dakika bir şey konuşmadan yürüdüğümüzde arabamın yanına ulaştık. Peşimden gelmişti hiç durmadan. Cebimden anahtarı çıkarıp kapıyı açtığımda, binmesi için diğer kapıyı gösterdim. Bir tepki vermeden gelmeye başladı. Binerek kapıyı kapatmış ve direkt klimayı açmıştım. İkimizde saatlerdir buradaydık ve üşüyorduk. Koltuğa oturduğunda kapıyı kapattı. Cam su şişesini alıp kapağını açtım ve ona uzattım. Elimden alıp birkaç yudum içti ve bana geri uzattı. Kapağı kapatıp arka koltuğa bıraktım. "Adım Jihoon." dedim arabanın ışığını kapatıp, adımı fısıltı ile tekrar edip kendi adını söyledi. "Yoon Jaehyuk." Hayatımda ilk kez bu soyada sahip birisi ile karşılaşıyordum. "Aslında gitsem iyi olur." Ne yaptığını göremiyordum tam, belki anlatır diye ışığı kapatmıştım. Anlatırken kendisini görmemi istemeyebilirdi. Arabanın kapısını kilitleyen düğmeye bastım. "Bana bir can borcun varken seni göndereceğimi düşünme." Can borcu falan umurumda değildi, onu yanımda tutmak istiyordum bir süre çünkü iyi değildi. Psikolojisi kötü bir durumdayken, asla bırakamazdım. Bıraktığım an ne yaptı diye düşüneceğime yanımda kalması daha iyi olurdu. Belki de yardım edebileceğim bir şeydi yaşadığı. "Bir anlığına sana can borcum var dedim ama öyle bir şey yok çünkü benim kimseye bir yararım dokunmaz. Aç kapıyı gideyim." O kapıyı asla açmayacaktım karar değiştirene kadar. "Bana bir yararın dokundu ama, sayende bir dal sigara içtim." Bir anda güldü. "Ulaşılması zor bir şey değil sigara, böyle bir araban varken sigara alamıyormuş gibi konuşman biraz komik." Gülmeyi bırakmıştı sonlara doğru. "Komik değil çünkü benim için ulaşılması zor bir şey sigara." Babam, babasını sigara yüzünden kaybetmişti. Ailedeki kimsenin sigara içmesini istemezdi. Özellikle benim sigara içtiğimi biliyordu ve en çok benim önümde duruyordu bu konuda. Birkaç kez içtiğimi yakalamıştı, umursamıyordum kızmasını. Ama uzun süredir içmiyordum, Hyunsuk babamla çok iyi anlaşıyordu ve bunları biliyordu. Ben bağımlıydım, birini sigara içerken gördüğümde o kadar çok canım sigara içmek isterdi ki.. Benim bağımlılığımı aşmam için her şeyi yapan Hyunsuk' a verdiğim söz aklımın içinde yankılanırdı o an. Bana bir şey söylemeden geçirmişti günlerini. Çok sonradan öğrenmiştim sigara dumanına alerjisi olduğunu. Yanında sigara içtiğimde zor durumda kaldığını öğrendiğimde kendime çok kızmıştım sigara içtiğim içim, ona zarar verdiğim için. Sigarayı bana bıraktıramayan tedaviler boştu, ben Hyunsuk' un alerjisi olduğunda bırakmıştım onu ve artık Hyunsuk yanımda değildi ve artık sigara içmeyişimin bir anlamı yoktu. Jaehyuk' un verdiği bir dal sigara tuhaf hissettirmişti belki de babam için hiç başlamamalıyım diye düşündüm içimden. Sigara ile aramdaki Hyunsuk gittiği için onu diretmeden içmiştim o an. Öyle dalmışım ki, Jaehyuk' un sesini duyduğumda titrediğimi hissettim. "Annem ve babam öldü." Arabadaki dijital saatin üstüne elini koyduğunu gördüm. "Tam on iki saat oldu." Saat gecenin ikisiydi. "Askerden yeni döndüm bugün." dedi burnunu çekerek. "Evde kimseyi bulamayınca kameralara baktım. Bodrum katına inmişler ben gelmeden bir saat önce. Babam albaydı, yenilerde emekli olmuştu. Askerdeyken annemle konuştuğumda değişiklikler hisseder olmuştum. Tuhafdı, yabancı gibiydi ve benimle bir yabancıymışım gibi konuşuyordu. Ona sordum hep neyin var diye hiçbir şey demedi. Ben de çıkıp eve gelemedim. Uyuşturucuya başladığını düşündüm babama söyledim ama o da aynıydı. Kamerada izledim olanları. İkisinde de bıçak vardı ve karşı karşıya geçmişlerdi. Uyuşturucunun etkisinde oldukları gülüşlerinden bile belliydi. Anlaşıp karar veriyorlardı ne yapacaklarına, aynı anda ikiside bıçağı karar verdikleri yere sapladılar. Annem bıçağı babamın karnından çektiğinde babamda çekmişti. Defalarca kez aynı şeyi yaptıklarını gördüm." Sesi yükseliyordu konuştukça, "İnanabiliyor musun yüzlerindeki acı ifadeye rağmen gülüyorlardı. O acıyı çekerken gülüyorlardı. Bodrum katına inemedim ambulansı aradım.." Devam edemedi, hıçkırarak ağlamaya başladı. Kafasını eğmiş dizinin üstüne koymuştu. Sırtını sıvazladım, ne yapacağımı ve ne diyeceğimi bilmiyordum.

Güneş ışığının gözüme çarpması ile gözlerimi araladım. Başımı direksiyonun üstünden kaldırırken dizimin üstünde Jaehyuk' un başını gördüm. Tutulmuştu boynum, Jaehyuk' un başını yavaşça kaldırıp koltuğa yasladım. Arabayı çalıştırdım. Gece olduğumuz yerdeydik. Ne zaman uyuduğumu hatırlamıyordum, Jaehyuk ile konuşuyorduk en son. Konuyu değiştirmişti, askerliğini anlatıyordu. Uzun süredir askerde olduğundan normal hayatı yoktu. Evin önüne geldiğimde güvenlik koşarak kapıyı açmaya geldi. Arabadan indiğimde karşısında durdum, birkaç saniye içinde yutkunmuştu. "Efendim, sevgiliniz burada. Geceden beri sizi bekliyor." Cevap vermeden Jaehyuk' un kapısına gittim. Omzuna dokunup uyanması için dürtmeye başladım çok geçmeden gözlerini aralamıştı. Etrafa bakarak nerede olduğunu anlamaya çalışıyor olmalıydı. "Gel hadi." dedim evi göstererek. Birkaç saniye kendine gelmeye çalıştıkdan sonra arabadan indi. Beraber eve doğru ilerlerken kapıyı açmışlardı, Jaehyuk ile beraber odama çıktım. "Sana temiz kıyafetler vereceğim. İstersen duş alabilirsin, çekinme sakın." Gülümsemişti o an, "Çok teşekkür ederim." Kesinlikle her zaman gülümsemesi gereken birisiydi, ona ağlamak yakışmıyordu. Dolabımdan giymediğim parçaları çıkararak ona verdim. Odamdaki banyoya doğru ilerleyip ona yol gösterdim. "Dolapda temiz havlular var, sakın çekinme ben çıkacağım zaten." Jaehyuk başını sallarken mahcup bir ifadeyle başını eğdi. Gece bir ara kabus gördüğünü ve sayıkladığımı hatırlıyordum. O eve asla bir daha gitmemeliydi, onun için büyük bir travmaydı. Odama geri geçtiğimde odadaki telefondan mutfağı aradım ve güzel bir kahvaltı hazırlamalarını söyledim. O sorada gözüm terasın açık kapısına takılmıştı, fark etmemiştim açık olduğunu. Yavaş adımlarla kapıya vardım, Hyunsuk buradaydı. En uca geçmiş, gittiği yere çektiği sandalyeye oturmuş ve karşıya bakıyordu. Kapıyı kapatıp boş boş yürüdüm öylece. Jaehyuk' un seslerimizi duymasına gerek yoktu. Taşıdığı yük zaten ona yeterdi, şu an iyi gibi görünsede iyi değildi. Psikoloğa götürmeliydim onu. Devamını anlatmamıştı, bugün cenazeleri olmalıydı. Babasının emekli albay olduğunu söylemişti, belki onun için küçük de olsa askeri bir tören yapılırdı. Oraya gitmek isteyebilirdi. Ayak seslerimi duyduğunda bana döndü Hyunsuk. Gördüğü gibide ayaklanıp yanıma gelmeye başlamıştı. O yaklaştıkça geriye gittim. Gözleri kızarmıştı, "Gelmeni bekledim, çok merak ettim seni." Hâlâ bana beni merak ettiğini söyleyebiliyor olması.. Bilmiyorum, asla gerçek hissettirmiyordu. "Nasıl bekledin beni? Nasıl girdin odama?" Durması için elimi uzattım. "Her şeyi mahvettiğin halde nasıl geldin yeniden buraya, hiçbir şey olmamış gibi nasıl beni merak ettin?" Aklım almıyordu, ellerimi sinirler saçlarımın arasından geçirdim. "Ben.." dedi başka bir yere bakarak, "Beni bırakma, ben sensiz yaşayamam Jihoon. Ben sensiz nefes alamam, beni sensiz bırakma izin ver sadece bana mahvettiğimi düzeltmek için elimden gelen her şeyi yapayım." Dokunsa bin parçaya bölünürdüm şu an, aşık olduğum ve bana aşkı iliklerime kadar hissettiren kişiydi o. Hallolmazdı hiçbir şey, bu kabul edilemezdi.

Bana öyle bakarken, bana ağlamış gözlerle bakarken karşısında erimeden durmak zordu. Ona kapılmamak zordu, şimdi gülümsese o gülüşüne aldanırdım. Satırlarca kızdım ona içimden, bağırdım ama o an hiçbir şey diyemedim. Tek yapabildiğim başka bir yöne çevirmekti bakışlarımı. "Özür dilerim, bizi yok ettiğim için." Canım yanıyordu, hayatımda ilk kez canım yanıyordu. "Ben hep sana aşıktım, benden nefret de etsen bunu unutma." Kelimeler ağzından birer birer dökülürken ona iyice arkamı döndüm. Gözümden bir yaş süzülüyordu, ne görsün istedim ne de daha fazla ağlasın istedim.

Jaehyuk' un ailesinin cenazesi olmuş ve geri dönüyorduk. Asla konuşmuyordu, başını yağmur damlalarınım süzüldüğü cama yöneltmişti öylece izliyordu. İkimizde kötü günümüzde karşılaşmıştık. 14 Mart günü; onun kaderini değiştirdiğimi sandığım gündü, Hyunsuk' un beni aldattığı gündü. Bana karanlık bir salı gecesini hatırlatan 14 Mart günü artık benim doğum günüm değildi..

 Bana karanlık bir salı gecesini hatırlatan 14 Mart günü artık benim doğum günüm değildi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

saygılarla.

blood & heartHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin