beş, savaş.

48 8 0
                                    

Ölüm sessizliği, ölüm sessizliği gibiydi. Bakışları bile susmuştu gözleri bana bir şey anlatmıyordu. Bir şey demeden gitmesinin ardından saatler geçmişti. Rahatlamıştım, gitmişti sonuçta. İstediğim olmuştu. Yalan söylüyordu bana veya bir şeyleri eksik anlatıyordu fakat bilmediği bir şey vardı ben her şeyi biliyordum, neler olduğunu ve neleri sakladığını. Hayatımdan çıktığını sanmıştım ama sonra yine karşıma çıkmıştı yıllar önce. Göz devirerek sigarayı küllüğe bıraktım. Düşünmem gereken daha önemli şeyler vardı. Eski evimin olduğu yere silahlı birkaç adam gelmiş gece. Jinho' nun adamları olduğunu düşünüyorduk. Eski evimdi ama hâlâ bana aitti, sadece orada oturmuyordum artık. Ve Jinho nerede yaşadığımızı asla öğrenemezdi, bilmediği için oraya birilerini göndermiş olmalıydı. "Abi." duyduğum sesle koltuğu geriye dönderdim. "Annem ulaşmış. Haber vereyim dedim." Başımı salladım, evin yanında olmasada yakın yerlerde birçok koruma vardı. Annemlerin ne denli büyük bir tehditle karşı karşıya kaldıklarını anlamalarını istemezdim. Korku ve panik onları büyük bir strese sokardı. Üstelik şu an kendisini en güvenli hissettiği yerdeydi. Kapı çalındı, içeriye David gelmişti. Junghwan merakla koltuğa oturdu. "Efendim, Simon iletişime geçti." Kaşlarım çatılırken merakla bakmaya başladım. Junghwan' da aynı şekilde bana bakıyordu. David konuşmaya başlamıştı. "Bugün Jinho geri dönüşü için birkaç eski dostuyla yemeğe çıkacakmış efendim." Junghwan' ın gerildiğini görebiliyordum, David' e bir şey demeden ona döndüm. "Sana ne demiştim ben? Gerekli eşyalarını al ve git Junghwan." Burada kaldıkça olayların içinde olmayı isteyecekti, bu şu derken onu göndermeyi unutmuştum. "Aslında seninle vedalaşmaya gelmiştim." dedi kısık sesle. David' e çıkması için elimle işaret verirken hızlıca odadan çıkmıştı. "Abi, ne olursa olsun bana haber ver. Saklama bir şey." Junghwan yanıma yaklaşarak bana sarıldı. "Yalvarırım dikkat et kendine. Seni de kaybetmek istemiyorum." Ağlıyordu, babamdan sonra ilk kez ağladığına şahit oluyordum. "Kimseyi kaybetmeyeceksin, söz veriyorum sana." Belini iyice sıvazladım, güçlü olması lazımdı. "Yanında hemşire olacak, gelene kadar iyileşmene bak tamam mı? Sen bana sağlam lazımsın." Ağlayışının arasında gülerek benden ayrıldı. "Tamam, sende bana sağlam lazımsın bu yüzden kendine dikkat et." Gülerek saçlarına daldırdım elimi, saçları ile oynadıkdan sonra Junghwan gitmişti. O çıkınca David geri odaya girdi. "Efendim, istediğiniz bir şey var mı?" tekrardan yerime otırdum. "Kimler olacakmış yemekde?" David cebinden bir kağıt çıkararak bana uzattı. Kapıdı elime alıp baktım.

Lee Suho
Kim Minji
Kim Doyoung
Park Bohyun

Kağıdı sinirle buruşturup masaya fırlattım, "Akşam yemeğe gidiyoruz." David başını sallayarak odadan çıktı. Suho, Minji ve Doyoung onun en yakın arladaşlarıydı peki Bohyun Amcamın onunla ne işi vardı? Telefonumu çıkarıp amcamı aramaya başladım. Kulaklığı takarak telefonu masaya bıraktım. Birkaç saniye sonra açılmıştı telefon. Alo dedi uykulu sesi ile. "Nasılsın?" diye sorarken sigaramdan alıp balkona çıktım. "İyiyim, sende durumlar nasıl?" Çakmağı geri cebime atıp dumanı içime çektim. "Karışık." dedim sakince. O da yatakdan kalkmış gibiydi. "Bugün işin var mı?" Birkaç saniye sonra cevap verdi. "Bohyun yurtdışından dönmüş, onunla buluşacaktım. Onun dışında bir işim yok bugün izinliyim." Bohyun yurtdışından döner dönmez Jinho ile buluşuyordu. Bugün döndüğünü bile bilmiyordum. "Önemli bir konu var." Esniyordu, dün iş sıkı geçmiş gibiydi. "Tamam, bana gel kahvaltı yaparız." İzmarit elimden aşağıya düşmüştü, havada süzülürken adımı duydum. "Jihoon." Afallarken kendi kendime başımı salladım. "Birazdan gelmiş olurum, benim için zahmet etme sakın." Bir şey demeden telefonu kapattı. Çalışma odasından çıkıp üst kata çıktım. Gömleği çıkarıp üstüme düz siyah bir tişört giydim. Askıdan deri ceketimi alıp üzerime giydim. Odadan çıkarken telefonum titremişti. Haruto neden beni arıyordu ki, işimiz bitmişti. Kapıyı çekerken açmıştım. Japonca bir şeyler konuşuyordu, telefonun açıldığı görünce direkt Korece' ye geçmişti. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" Umursamadan merdivenlerden inmeye başlamıştım, hiçbir şey yapmamıştım ve neyden bahsettiğini bilmiyordum. "Hyunsuk bana seninle buluşacağını söyledi, eve geldiğinde yüzü kan içindeydi. Sen nasıl bir psikopatsın. Ne yaptın da bu kadar korktu, geldiğinden beri bir kelime bile etmedi." Hyunsuk' a dokunmamıştım bile, bağırarak konuşmasına devam etti. "Yarın konsept çekimleri olacaktı, yüzünü o kadar kötü duruma getirmişsin ki senin yüzünden yapamıyoruz." Aklıma tek bir isim gelmişti, Jinho. "Seni şikayet edeceğiz Park Jihoon." Korkusuzca ettiği tehditle beni korkutabileceğini sanıyordu. Aşağıya indiğimde karşımda Jaehyuk' u gördüm. Ayak seslerimi duymuş ve beni bekliyor olmalıydı. "David haber verdi, akşam yemeğe gidecekmişiz." Başımı sallayarak yanında durdum. "Junkyu ve Doyoung geldi mi?" Cukladı, "Geliyorlardı ama Bay Sehun' lar ile buluşmaya gittiler, kreasyonda bir değişiklik varmış." Beraber evden çıktık. Bizi gören David kapıları hızlıca açmıştı. "Sen burada kal, ben süreceğim." dediğimde hızlıca arka kapıyı kapatıp ön kapıyı açtı. Jaehyuk David' i beklemeden arabaya binmişti. David kapımı kapatırken Jaehyuk ona bakıyordu. "David evli mi?" dedi pencereyi açıp sigarasını yakarken. Gülerek ona döndüm. "Hayırdır?" Sigara dumanını iyice içine çekti. "Gece gündüz yanında bir hayatı var mı merak ettim." Arabayı çalıştırmıştım. "Evli değil. Hayatında kimse yok yani gerçek bir bekar. Ama çalışanımla aranda bir şey olamaz Jae. Üzgünüm." Sinsi bir gülüşle bana baktı. "Sana o manada sormadığımı biliyorsun." diyerek sigarasını içmeye devam etti. Aramızda sigaraya bağlı olan iki kişi vardı. Biri Jaehyuk diğeri ise ben ama Jaehyuk benden daha çok bağımlıydı. Belkide sigara içmeseydi şu an yanımda olmayacaktı. "Bu arada nereye gidiyoruz?" Direksiyonu kırıp yandaki yola saptım. "Treasure' a." Sigara ile işini bitiren Jaehyuk, pencereyi kapatmıştı. Arabanın torpido gözünü açıp karıştırmaya başladı. "Maske var mı?" Bilmiyordum, "Olması lazım orada." Maske bulmuştu. "Ne işimiz var orada?" Telefonu çıkarıp Haruto' nun arama kaydını açtım. Jaehyuk telefonu elimden alırken dinlemeye başladı. Haruto' nun söylediklerini tekrardan duymak daha fazla sinirlendirmişti beni, onu şu an elimin içine alamadığım in sinirleniyordum. Bana döndü, "İzin ver onu ülkesine fişekleyeyim. Kim olduğunu sanıyor da seninle böyle konuşuyor." Jaehyuk' un sinirli çıkan sesi ile kendi sinirim daha da hiddetlenmişti fakat sakin kalmam gerekti şu an. "Ben ne yapacağımı biliyorum. Sen sakin kal sadece." Jaehyuk tekrardan camı açmıştı, yenisini içecekti. Elindeki pakete uzanıp bir dal aldım. Jaehyuk benimkini yakınca kendininkini de yakmıştı.

blood & heartHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin