Geçmiş, geleceğin aynasıdır.

12 2 1
                                    

Sarsılmaz Ailesi için sıradan bir pazar günüydü. Doğan Bey şirket işlerini bir kenara bırakmış, evlerinin etrafındaki upuzun ağaçlardan oluşan ormanlık alanda sabah sporunu yapmıştı. Bahçenin girişindeki büyük kapının kilidini açtıktan sonra kapıyı geriye doğru sürdü. Kahvaltıdan sonra sekiz yaşındaki oğlu Savaş'la patikaya bisiklet sürmeye gidecekleri için kapıyı kapatmaya gerek duymadı. Zaten evleri, ormanın içindeki tek evdi ve pek de ziyaretçileri olmuyordu.

Mutfağa girdiğinde eşi Günay Hanım, yardımcıları Aysel Hanım'la birlikte kahvaltıyı çoktan hazırlamıştı. Günay Hanım, eşini gülümseyerek karşıladı ve küçük bir kafa hareketiyle üst katı işaret etti. Doğan Bey kendisine verilen görevi anladı ve oğlunu uyandırmak için merdivenlere yöneldi.

Oğlunun odasına girdiğinde her zaman yaptığı gibi onu uyandırmadan önce yatağın kenarına oturdu. Savaş'ın hafif dalgalı siyah saçları alnına düşmüştü ve yüzünde tebessüme benzer bir ifade vardı.

"Uyandın da beni kandırıyorsun, değil mi?"

Küçük çocuğun dudakları hafifçe yukarı kıvrıldıktan sonra odada kıkırdaması yankılandı.

"Her seferinde inanıyorsun, baba." Çocuk yatağında doğruldu. Babasının yanağına bir öpücük kondurduktan sonra ona sarıldı.

"Kahvaltı hazır. Anneni bekletmeyelim." Oğlunu kucağına alıp öptükten sonra onu yere indirdi.

"Ben aşağı iniyorum. Sen de yüzünü yıkayıp gel, olur mu?"

Savaş, alnına dökülen saçlarını küçük elleriyle arkaya itti.

"Baba, bugün bisiklet sürmeye gitmeden önce biraz bahçede top oynayabilir miyiz? Rüyamda gördüm, sana bir sürü gol atıyordum."

Adam, oğluna bakarak gülümsedi.

"Bak sen. Dünyanın en iyi kalecisine bir sürü gol atıyordun, öyle mi?"

"Evet." Savaş kıkırdadı. "Sen topu hiç tutamıyordun. Topa bakacağına hep bahçe kapısına doğru bakıyordun."

"Ben nereye bakarsam bakayım, o topu tutarım. Sen merak etme. Haydi bakalım, masada bekliyoruz seni."

Adam odadan çıkmak için kapıya yöneldi.

"Baba?"

Oğlunun seslenişiyle ona doğru döndü.

"Seni seviyorum, baba."

Tek cümleyle içi ısınan adam, yüzüne yayılan kocaman gülümsemeye engel olamadı.

"Ben de seni seviyorum, oğlum."



Kahvaltılarını yaptıktan sonra Doğan Bey, oğluna söz verdiği gibi top oynamak için arka tarafa kaldırdığı kaleyi getirdi. Savaş, büyük bir heyecanla odasına gidip formasını giymişti. Koşarak babasının yanına geldi. Günay Hanım, eline kahve fincanını alıp oğlu ve eşini izlemek için kenara bir sandalye çekip oturmuştu.

"Yolla bakalım, şampiyon!"

Doğan Bey, ellerini birbirine sürttü, kalenin önünde zıplayıp oğlunun atacağı topu tutabilmek için pozisyon aldı. Savaş ise babasının öğrettiği gibi bir iki adım geri gitti ve kaleye bakarak nereye doğru vuracağını hesaplamaya çalıştı. Günay Hanım gülümseyerek onları izliyordu. Savaş kaleye doğru şut çekti, babası topun tam aksi yönüne doğru hareketlenmişti.

"Gol!" Savaş, bahçede daire çizerek koşuyor ve zıplıyordu. Annesinin alkışlarını duyunca ona doğru koştu ve boynuna atladı. Günay Hanım da oğlunu öpücüklere boğuyordu.

Savaş, annesinin kollarından sıyrılıp topa doğru koştu. Doğan Bey, tekrar kalenin önüne geçtiği sırada yoldan geçen arabaların sesini duydu. Peş peşe gelen lastik kayma seslerini duyduğunda, şüphe dolu bakışlarını eşine çevirdi. Günay Hanım'ın gözleri de korku doluydu. Elindeki kahve fincanını kenara bırakıp ayağa kalktı ve hızla eşinin yanına gidip elini tuttu.

Savaş, ayağının ucunda duran toptan kafasını kaldırdığında anne ve babasının endişeli halini gördü. Babası, ağaçların arasından çok az görünen yola doğru bakıyordu. Annesinin bir eli babasının avcunun içinde, diğer eli ise kalbinin tam üstündeydi ve oldukça korkmuş görünüyordu. Savaş, ürkek adımlarla onlara doğru ilerlemeye başladığı anda büyük bir gürültü koptu. Doğan Bey koşarak oğlunu kucağına aldı ve evin arka tarafında bulunan depoya götürdü. Deponun kapısını hızlıca açıp Savaş'ı yere bıraktı.

"Sakın ben gelene kadar buradan çıkma."

Savaş'ın gözünden yaşlar süzülüyordu.

"Baba, korkuyorum. Ne oluyor?"

Doğan Bey, oğlunun yanağına bir öpücük kondurdu.

"Korkma oğlum, geleceğim. Sadece beni dinle ve ben gelene kadar buradan çıkma."

Deponun kapısını kapatan adam koşar adımlarla tekrar eşinin yanına gitti.

Savaş, gözünden akan yaşları elleriyle sildi ve sırtını duvara yaslayarak yere çöktü. Dudaklarından dökülen hıçkırıklara engel olmaya çalışıyordu. Dışarıdan gelen araba seslerine patlama sesleri de eşlik ediyordu ve küçük çocuğun kalbi, sesleri duydukça daha da hızlı atıyordu. Elleriyle kulaklarını kapattı. "Korkma." demişti babası. Korkmayacaktı. Geleceğini söylediyse, ne olursa olsun gelirdi.

Aradan saatler geçti; ancak Doğan Bey gelmedi. Savaş, bacakları titrese de çöktüğü yerden kalkmadı. Korku, tüm bedenini sarmıştı. Dışarıdan gelen patlama sesleri dinmişti; ama hızlıca atılan adımların sesleri hala devam ediyordu. Ara sıra konuşma sesleri de duyuyordu; ancak kulaklarının uğultusundan dolayı hiçbiri anlamlı gelmiyordu.

Deponun kapısı yavaşça aralandı. Savaş, istemsizce ellerini yüzüne siper etti. Bir yandan da parmaklarının arasından kapıya doğru bakıp gelen kişinin babası olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.

İçeri giren kişi babası değildi. Üzerinde polis üniforması olan otuzlu yaşlarında bir adam, Savaş'a bakıyordu. Çocuğu görünce elindeki silahı hızlıca beline yerleştirdi. Başını hafifçe yana çevirip kapının aralığından dışarı bağırdı.

"Çocuğu buldum!"

ŞERVANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin