Yeşil ve kırmızı biber, mantar, domates, üstüne sıkı bir pazarlık yaparak yarı fiyatına düşürdüğü domates sosu, sıvı yağ ve Chris'in ayılıp bayıldığı nitekim sigara içerken harika gittiğini iddia ettiği ekşi tatlı jelibonlardan vardı poşetinde. Yol boyunca bir şeyleri almayı unuttuğunu düşünse de bu fikrin cebinde kalan
birkaç banknot yüzünden oluştuğuna kanaat getirmeyi seçti. Birden duraksadı, sokak lambasının yanıp sönen ışığı altında yatan, muhtemelen bitlenmiş, yaşlı bir köpeği sevmeye başladı.Şarj göstergesi 38, saati 22.58'i işaret ediyordu.
"Burada kalsam daha iyi sanki, ha?" diye sordu.
Yaşlı köpek gözünü açmayı ihmal etmese de Felix omuz silkti.
"Pek konuşkan değilsin sen de."
Parmaklarını köpeğin sırtından çekip derin bir nefes verdiğinde, "Karnım guruldamasa kalırdım. Sana meraklı değilim yani." dedi. Tribini kendi halinde yayılmış hayvana attığı gibi yürümeye devam etti.
Aklında sadece ağabeyi ve babası vardı tabii ki. Öncesinde ikisinin sürekli tartışması ve Felix'in -haklı olsa dahi- Chris'i geri çekip durdurmasıyla olayın üzerinin kapatılması çok sık yaşanırdı. Ta ki, Christopher kendini bu bok çukurundan kurtaracak deliği bulduğu ana kadar.
Felix onun için mutluydu. Başta çok mutluydu hatta.
Sonra çok geçmedi, babası aynı şeyleri ona yaşatmaya başladı.
Aslında Chris'in, babasıyla arasındaki kalkan olduğunu geç fark etmişti. Bu yüzden ona kızdı. Sınıftaki çocukların ağabeylerine özenip Chris'i korkak olarak nitelendirdi. Bir süre telefonlarına çıkmadı bile.
Bu süreç boyunca Chris de Felix'e kızdı. Çünkü kardeşi için çabalamaktan başka bir şey yapmadığına inanıyordu. Zaten bu yüzden canına kıymaktan alıkoymuyor muydu kendini?
Felix, babasının onu dövmeye yeltendiği bir gece -Chris bununla nasıl başa çıkacağını öğretmişti- açmıştı telefonunu. Abisinin taktiği işe yaramıştı; sarhoş adama eskilerden bahseden birkaç soru yönelttiğinde dili çözülüyor, küfürleri havada uçuşsa da az önceyi unutuyordu.
"Öyle olmadığını iddia etsen de, dünyanın en bencil insanısın. Kendini kandırma."
Böyle demişti ağabeyine. Sesinde sinirden çok yorgunluk vardı ve Chris bunu anlamıştı. Tek kelime etmemişti.
Felix hızlı ve kısaca okuldan geldiğini, yemek hazırladığını, adamın eve girdiği gibi bir şeyleri dağıtmaya başladığını, ardından sarışın gence döndüğünü söylemişti. Chris, "Sana dokundu mu?" diye sorduğunda, "Evet," diye uydurdu Felix. "Evet, beni dövdü. Ne yapacaksın şimdi, beni yanına alacak mısın?"
"Felix. Ne yaptı, yoksa-"
Kısık sesle güldü. "Niye endişelenmiş numarası yapıyorsun?"
"Ben öy-"
"Boşuna rol kesmesen mi Chris," dedi. Onu taklit etti. "Ben kendimi biliyorum, en çok ben bilirim, psikologa gitmeye başladım, terapiler harika, iyileşiyorum, evet Felix her şey düzelecek, sabret, senin için her şey..."
Küçüğü sinirini acelesi varmış gibi telefonun karşısına boşalttığı anda Chris o kalıplaşmış cümlelerinden birini zahmetsizce seçip konuştu.
"Beklemek zorundasın. Eğer şimdi bir şey yaparsak seni korumaya alırlar, o adama da bir sikim olmaz. Sabredecek-"
"Biliyor musun Chris," diyerek araya girdi Felix. "Bazen beni de kandırıyormuşsun gibi geliyor. Orada tek başına gayet mutlusun, çünkü bakmak zorunda olduğun ama sana hayatı zehir eden bir piç kurusu yok baba dediğin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sun may shine - minlix ✓
Fanfiction"senin işin bu değil mi zaten? insanlara acılarını anlattırıp sonra da ilaç yazmıyor musun?" [psikolojik, dram] [01.12.23 - 19.06.24] [önceki ismiyle; you're on your own, kid - minlix]