Telefonu tekrar tekrar çaldıktan sonra bir bip sesi duyuldu. Hemen ardından ekranı aydınlatan mesajın bildirimi göründü.
"Felix Bahng için bırakılmış bir mesajdır. Kendisinin iş günleri içerisinde büromuza uğraması..."
Sonra yeniden, yeniden çaldı fakat bu kez başka bir bilinmeyen numara olduğuna yemin edebilirdi. Alacaklıların hepsi kapıya dayandı dese, doğru olur muydu? Belki. Babasının herhangi bir yere borcu olduğunu sanmıyordu, kimse ona güvenip para vermezdi çünkü. O halde ne diye gelen hiçbir telefonu açmıyordu? Yas mı tutuyordu? Hoş, eve girdiğinden beri hiçbir şeye dokunmadan sadece yatıyordu. Evet, yas tutuyor olmalıydı. Ancak öldürülen babası için olmadığı, kesindi.
Chris için dün gece karakolda kalmıştı. Ağabeyini bir kez dahi görmemişti, hayır. Ona sadece birçoğunu tekrar ettirmek zorunda kaldığı değişik sorular sormuşlar, hepsine genellikle 'evet' ya da 'hayır' şeklinde yanıt vermişti.
Felix on dokuzuna gireli bir ay kadar olmuştu. Bu nedenle onu herhangi bir devlet yuvasına, geçici aile korumasına veyahut yetimhaneye vermeyeceklerini belirtmişlerdi dün gece. Kısacası 'tek başına ne bok yersen ye' lafını süsleyip püslemişler, daha sonra eve yollamışlardı.
Salona ilk girdiğinde yerde kan ve ayak izleri vardı. Birkaç saat önce -tahminen orada bir yerlerde- yatan babasının olduğu tarafa bakmıştı. Bir dakika bile zaman ayırmayı gerekli görmeyerek aylak aylak odasına geçmişti. İçerideki kokuyla başta kusacak gibi olduysa da, şimdi, uzanmaktan kaskatı kesileceği yatağında, gayet normal hissediyordu.
Ufak bir kırgınlık, öfke ve içinde büyüyen belirsizliğin dışında, normal hissediyordu Felix.
Telefonu yine çaldı. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber birileri gerçekten yakasını salmamaya yemin etmiş olmalıydı. Yalnızca sağ kolunu kaldırdı, güç tuşuna sertçe basılı tuttuktan sonra elini tekrar yatağa bıraktı.
Belki şimdi, beynindeki o geceye dair kocaman bir sis bulutu ve lağım kokusuyla birlikte, uyuyabilirdi.
Tık, tık, tık!
Biri mi gelmişti? Onlara hiç biri gelmezdi ki. Kapılarını çalan biri yoktu, olmamıştı hiç. Postacı bile kargo ya da mektupları kapının dibine bırakıp giderken kim olabilirdi bu denli nazik şekilde kapıyı tıklatan?
Kim ya da ne olabileceğine dair tek düşünce geçmedi aklından. Uydurduğunu varsaydı, kıpırdamadan gözlerini yummaya devam etti.
Tık, tık, tık!
Kedi olmalıydı veya o gün konuşmaya çalıştığı yaşlı köpek. Doğruldu. Başı ani hareket yaptığından dolayı dönüp, gözlerinin önü bir anlığına kararırken yutkundu. El yordamıyla hızla odasından çıktı. Dış kapıya ulaşmak için salondan geçiyor olmasındandı belki de, midesinde bir gün öncesinden kalmış su ve hazır noodle, çalkalandı. Sanki orası bomboş değilmiş gibi de çıkacak bir yer arandılar.
"Felix Bahng?"
Felix kapı kolunu sıkıca kavramış elinden gözlerini kaldırdı. Odağını karşısındaki adamın gümüş rengi saçlarına kadar çıkardığında, parmakları gevşeyip bacakları titremeye başladı. Aynı saniyede de önce bakışları, ardından beyni bulanıklaştı.
Kendini, nefret etse de tek başına yaşamaya mahkum kaldığı bu lanet evin sert ve eski parkesine çarpmaya hazırlamıştı. Belki başını da vururdu ve sonunda, ölürdü belki.
Acısı sert ve soğuk yolla da olsa, diniverirdi.
Zeminin, bu düşüncelerinin aksine, rahat ve sıcacık olduğunu seçebildi sonra. Ekşiyen suratı da gevşedi nihayet. Benliğinin, Lee Minho'nun kolları arasında, karanlıkla sarılmasına bizzat izin verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sun may shine - minlix ✓
Fanfiction"senin işin bu değil mi zaten? insanlara acılarını anlattırıp sonra da ilaç yazmıyor musun?" [psikolojik, dram] [01.12.23 - 19.06.24] [önceki ismiyle; you're on your own, kid - minlix]