Patika yolda ilerlerken sadece Corgian'da yetişen insay çiçeğini diken işçi bizi gördüğünde işini bırakıp bize selam verdi ve biz uzaklaşana kadar öyle kaldı. Büyük bahçeye ulaştığımızda bir at arabası dikkatimi çekti. Eğerlerinden tuttuğu iki beyaz atın başında beyaz saçlı arabacı sanki her an kaçmaya hazır gibi bekliyordu. Bahçedeki en büyük ağacın önüne geldiğimizde Liva'nın sarı saçları güneş ışığında parlıyordu. Yanındaki iri yarı adam Lord Byron olmalıydı. Hafif uzun saçları gözlerinin önüme dökülüyordu. Yüzünde buraya geldiğinden dolayı olduğunu düşündüğüm bir tedirginlik ifadesi vardı. Biraz daha ilerlediğimde Lord Byron'un yanında birini daha gördüm. Ani bir duraklama eşliğinde yoluma devam ettim. Yanımda duran muhafıza onun kim olduğunu sordum.
"Lord Byron'un oğlu Prens Aidan, prensesim."
Yanlarına geldiğimde beni acı bir tebessüm ile karşıladılar...
***
Yıldız yıldız adalar, kıtalar gördüm; coşkun
Göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest
O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun
Milyonlarca altın kuş, sen ey gelecek kudret.
- Arthur Rimbaud
***
Yavaş adımlar atarken bana gülümseyen yüzlere gülümsemek içimden gelmiyordu. Yanlarına geldiğimde genç erkek önümde eğilerek yavaş hareketlerle elimi öptü. Başımı eğerek karşılık verdiğimde nedensiz yere hızlanan kalp atışlarıma engel olamıyordum. Lord Byron konuşmaya başladı.
"Sevgili Diana, kardeşim ve annen kraliçe Victoria için çok üzgünüm... Huzur içinde yatsın."
Sebastian'a dönerek "Sebastian beni hatırladın mı? Ben giderken sen 5 yaşındaydın ve Diana ise daha doğmamıştı. "
"Böyle büyük bir cüssesi olan iki kişi tanıdım. Biri babam diğeri siz." diye karşılık verdi.
Gerçekten de büyük bir adamdı. Uzun boyluydu ve çok uzun olmasa da bir sakalı vardı. Gözleri annem ve Liva gibi muhteşem mavilikteydi. Anlaşılan oğlu da bu gözlerden payına düşeni almıştı. Aynı şey Sebastian için de geçerliydi ama ben babam gibi kömür karası gözlere sahiptim. Anlaşılan Aidan sadece gözlerini babasından almamıştı. Saçları belli ki güneşten yanmadan önce kahverengiydi. Uzun yoldan sonra birbirne karışmış saçları gözlerinin önüne düşüyordu. Keski yüz hatları, çıkık elmacık kemikleri, hafif çatık kaşları onu sert gösterse de yüzündeki çiller ona biraz çocuksu bir yüz sağlıyordu. Babası gibi uzun boyluydu. Geniş omuzları onu daha da yapılı gösteriyordu. Çok yakışıklı olduğu söylenemese de bakışlarının fazlasıyla etkileyici olduğu bir gerçekti. Her başımı kaldırışımda ona bakmaktan kendimi alamıyordum. Sebastian ve Lord Byron'un konuşmaları bana ulaşamadan yok oluyordu sanki. O ise bana hiç bakmıyordu.
"Sen ne dersin Diana?"
Ne, neye ne derdim? Bütün gözler bana dönmüştü. Ne konuştukları hakkında en küçük bir fikrim bile yoktu. Yardım istercesine Sebastian'a baktım. Durumu anlamış olacak ki
"Bence Diana uğurlama töreninin hemen başlamasını ister. Değil mi Diana?" dedi hiç bozuntuya vermeden.
"Evet, bu daha uygun olur." dedim ben de. Önde ben ve Liva arkamızda Lord Byron, Sebastian ve Aidan saraya doğru ilerledik. Aidan'abakmak istesem de bakamıyordum. Bir an kendimden utandım. Annem daha dün sabah garip bir şekilde yatağında ölü bulunmuştu ve ben bir erkeği etkilemenin peşindeydim. Kendimde nefret etmek için nedenim boldu. Sinirle Sebastian'a baktım. Hani Lord Byron konusunda dikkatli olmalıydık. Neredeyse belindeki kılıcı ona teslim edecekti. Sarayın ana çıkış kapısına geldiğimizde herkes bulunması gereken yere geçti. Annemin yattığı tabutun kapağı kapanmadan önce son kez annemin buz gibi yanağından öptüm. Tuzlu gözyaşlarımın annemin üzerine damlamasını izledim. Saçlarını okşarken rüzgârda nasıl dalgalandığını hayal ettim. Biraz daha sokuldum anneme... Bu sefer kokusunu çekmeye çalıştım içime. Her zaman ki orkide kokusu yerine iğrenç, midemi bulandıran bu koku dolmuştu burnuma... Gözlerimden akan yaş artık daha fazlaydı. Hıçkırıklarım yüzünden nefes almam zorlaşıyordu. Küçüklüğümden bu yana ne zaman uzun süre ağlasam, hızlı at sürmeye kalksam veya koşsam kalbim acır nefes almamı engellerdi. Bir prenses olarak fazla sorunluydum.
![](https://img.wattpad.com/cover/6863514-288-k95661.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CORGİAN
Fantasíaİnanılmaz Corgian Krallığına neler oluyor… Kraliçe Victoria esrarengiz bir şekilde yatağında ölü bulundu. Kraliçenin kız kardeşi Lady Liva, tahtın tek varisi olan Prenses Diana’nın tahta geçmemesi için direniyor. Prenses ise hala yas tutuyor. Halk o...