Daha nicelerine acımasız davranmış altın kalpler, çoğunun masum bulduğu hafif tınıdaki müziklerini bütün bir vadide söylerken, içimdeki kara yığını çekip atmak istiyordum. Ellerim yanımda hayali yüklerini taşımakla meşguldü. En acımasız olan yanıda buydu. Bilmek ama bir şey yapamamak.
Vadide ayak sesleri vardı. Küçük bir kızın ayakkabıları etrafta ışıldayarak geçerken çıkan o tok ses.Rüzgar saçlarımı nazikçe okşamıyor, yüzümü kırbaçlayıp, gözlerimi yakıyordu.
Güneş tepemizde, sesler ise çok yakınımdaydı. Gök gürlemiyor, bütün haykırışları bana kadar taşıyordu. Kalbim deli gibi atarken soluk alıp verişim yavaşlıyor ve beni kıstırıp yakalıyordu.
Sorun da buydu. Neredeyim biliyorum. Ama nasıl kurtulurum bilmiyorum. Bu gel gitli halin içinden çıkamadığım kaygı halinden olduğunu biliyordum. Engel olmak kolay değil. Çıkmakta öyle. Kaybettiklerin olur her seferinde. Duygularımı hissetmek istesem de bu kabustan kurtulabilmek için çoğu şeyi bırakırdım. Daha geriye ne kaldıysa.
Zaman ilerledikçe yalvardığımı hatırlıyorum. Hiç sevmediğim çocuktan af dileniyorum. Beni ilkokulda rahat bırakmadığı günlere de lanetler okurken öylece gülümsemesine bakıyordum. O ise etrafımda sekerek nidalar tutturuyor, kendi zevkine dalıyordu.
Onu hep öldürmek istemiştim. Ama o bir hortlaktı. Ölüp gitmiş biri. Bazı sorunları ortadan kaldırmakla kurtulamazdınız. Bu da onlardan biriydi. Etrafımda dönen bu küçük cadı bana kimsenin yapamadığını yapıyor ama bunu sık yapmıyordu. Pusu da bekleyen bir canavardı o. Pis, kirli ve gözleri gibi koyu.Sekerek uzaklaşmaya başladı. Sadece başımı oynatabiliyordum ama arkaya yetecek kadar dönememiştim. Arkamda bir ağaç vardı. Nedense onu hiç görmesem de bunu hep biliyordum. Biraz da ağaçın etrafında sekerek dans ettiğinde sesler kesiliyor ve beni garip bir sakinlikle baş başa bırakıyordu. Vadinin sonundaki göle odaklanıp nefesimi içime çekmeye çalışıyordum. Belki bin asır geçiyor ve ben kendimi yakalamaya çalışıyordum. Ya da belki düşüncelerimi.
Ağaç yapraklarını güneşe çevirip bütün güzel şeyleri kendine çekiyordu. Etraf kararıp gölü kızıla calınca etraf ölüm kokuyor, sevmediğim nazik bir koku da ona eşlik ediyor gözlerimi kızartıp damlalar düşene kadar genzimi yakıyordu. Ben donmuş bir şekilde beklerken daha önceyi hatırlamaya çalışıyordum. Her seferinde daha uzun oluyordu. Her seferinde aynı ama farklı. Nasıl anlatırlar bilmem ama ardı ardına yağışlı günlerin biri toprak kokarken biri bataklık gibiydi.
Rüzgar arkamdaki ağacın acısını okşuyordu. Yoksa sesler artmaz ve kaburgalarımı acıtmazdı. Küçük sinsi bir gülümseme.
"Nerede durduğunun farkında mısın?"
"Aaa... Ama ne yazık. " Aralarda bıraktığı dakikaları hesaba katmazdı. Benim saymamı bekler ama yeterince yavaş olamazdım. O da elindeki bir şeyi tıkırdatarak gelir ve vurmaya başlardı.
"Ölüm, bunu oyuncak mı sandın? "
"Hayır."
"Ah, ne dedin? Bu eşsiz senfoniden seni duyamadım. "
Olduğu yerden bana gelmeye başladığında tırnaklarıyla tıklattığı şeyin kutu olduğunu ve o kutunun birazdan önümde olacak olmasını kaldırabilecek miydim? Yeterince varlığıyla yaşadığım ve hayatıma sorundan başka bir şey getirmemiş olmasının bilinçiyle yaşamamış mıydım?
"Hepimizin korkuları vardır. Bizi esir alırlar. "
Önüme gelmeden önce bana doğru geldi,arkamda durup kulağıma eğildi.
"Ya sen korkularını olduğun yerde yenebilir misin? "
Tırnakları yavaşca boğazımı okşadı ve tenimi kesmeye başladı. Kan, kan vardı. Ben ise öylece bağırıyordum.#################################
Uyandığımda hala çırpınıp bağırmaya devam etmiştim. Sonra nerede olduğunu farkettim. Ne ağaç vardı ne de kızıl göl. Etrafta müzik bile yoktu. Sadece gecenin sessizliği. Ellerimi terlemiş saç diplerimde dolaştırıp üstümden battaniyeyi kaldırdığımda durup soluklanıyordum. Kalkabileceğime emin olsam da dünya etrafımda dönmüş gibi olmuştum. Lavaboya girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra ellerimi lavaboya yaslayıp öylece aynadaki yansımama bakmıştım. Gözlerime bakıyor, gözlerimin ardındakini görmeye çalışıyordum. O siyah harelerde ne saklandığını anlamaya çalışıyorum.
Beş dakikanın sonunda bir şey yapmam gerektiğine karar verip mutfağa ilerledim. Kahve için makineyi çalıştırıp fatura yığınına göz attığımda hepsinin artık önemsiz olduğunu farkedip çöpe attım. Ardından köşede duran açık kitaba baktığımda sayfadaki cümle dikkatimi çekmişti."Sözcüklerin ötesinde bir dil var. "**
Her şeyin ötesinde, tıpkı gözlerimizin ötesinde olduğu gibi. O zaman bu her şeyin bize yok yere gelmediği demek. Peki ya rüyalar?
Ürperdiğimde bana söylediği şeyi hatırladım. 'Ya sen korkularını olduğun yerde yenebilir misin?'. Artık anlıyorum.
Kahve makinesinden çıkan sesle birlikte salonda duran telefona ilerlemiştim. Yapmak istediğim şeyi kendi başıma yapabilirdim ama biraz yardımcı olmasının onu mutlu ettiğini biliyordum. Ayrıca iş yüküm ne kadar hafiflerse benim için o kadar iyiydi.
"Alo."
"Alo, teyze. Bana,sana göndereceğim konuma yakın bir daire bulur musun? "###################################
Herkese merhaba, bu bölümün karışık geldiğini biliyorum ama sizden şans verip devam etmenizi isteyeceğim. Umarım beğenirsiniz.
Bölüm hakkında fikirleeinizi bekliyorum. Keyifli okumalar.**Simyacı(Paulo Coelho)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perest
Mystery / Thriller"Kapa gözlerini ve rüyalar aleminin kapısından geç. " Bir cümle bin alemin kapısını açtığında yeni siz,siz olabilir miydiniz? Artık ilk adımı attığınızda hiçbir şey istediğiniz gibi olmayacak.