Birinci: Uğursuz

21.9K 785 238
                                    

KİTAP HAKKINDA ÖNEMLİ BİR DUYURU!

bu hikaye eşcinsel evliliğin yasallaştığı bir Türkiye de geçmektedir ama yasal olsa bile sıcak bakılmıyor. yıllar geçmesine rağmen insanlar yine de olumsuz düşünüyor ve homofobik olan insanlar var. ama hani yasal ve yapanlar var. sadece istenilen bir şey değil.

ayrıca kitaptaki başkarakterlerden biri hermoafrodit bir bireydir.

Hermafrodit, interseks ya da çift cinsiyetli denilen bu hastalık belirgin bir şekilde erkek veya kadın cinsiyete özgü cinsiyet özelliklerinin herhangi birine tam olarak uymayan bireyler olarak tanımlanabilir. Daha farklı bir anlatımla hermafrodit bireylerin cinsel organları, hormonal yapıları ve dış görünüşleri kadın ve erkek özelliklerini bir arada barındırır. Hermafroditlik tek bir şekilde tanımlanamadığı gibi doğumsal olarak birçok farklı yolla da oluşabilir. Bu nedenle farklı alt türler altında incelenir. Hermafroditizm türüne göre değişmekle birlikte bazı durumlarda doğumla birlikte fark edilebilir.

Ve italik yazılar kürtçe, düz yazılar türkçe

Mor rengini severdi ama vücudunda görmek acıtıyordu...

Konakta büyük bir curcuna vardı. Hepsi onun içindi. Hayır, aslında hiçbiri onun için değildi.  O yalnızca bir kuklaydı. Onun gösterisiydi fakat hiçbir söz hakkı yoktu kendisi hakkında.

Avlunun en görünmeyen köşesinde öylece duruyordu. Kollarını kendine sarmış, kendi kendini korumaya çalışıyordu. Kimse onu korumazdı. Hepsi onun kötü olmasını, gitmesini istiyordu. Ne annesi vardı ne babası. Olsa bile onlar bile onu korumazdı. Ağlamak istiyordu ama şu an kimsenin gözüne batmamalıydı.

"Napıyorsun orada öyle durma uğursuzluğun yayılacak etrafa!" Güneş, bir anda bağıran kadınla yerinden sıçradı. Konağın hanımıydı o, yani babaannesi. Güneş, kadının yüzüne bakmak istemediği için başını eğdi. "Ana-" demişti ki çocuk daha konuşamadan kadın lafını böldü. "Nereden anan oluyorum ben senin!" dedi bozuk türkçesiyle. "Tu ne zılame!*" (*Sen adam değilsin)

Alışmıştı küçük çocuk bu duruma. İtip kakmalarına, hor görmelerine, uğursuz demelerine hepsine alışmıştı Güneş. Bir yerden sonra artık bunları o kadar çok duyuyor olmuştu ki içine işlemişti çocuğun.

"Odama girsem kızıyorsun, yardım etsem kızıyorsun, dursam kızıyorsun, ne yapayım ben?" Günlerdir ilk defa bu kadar uzun bir cümle kurmuştu çocuk. Günler önceden belli olmuştu bu düğün meselesi. Çocuğu bir akşam çağırmışlardı ve Zemheroğlu aşiretine onu verdiklerini söylemişlerdi. Güneş, hiçbir şey diyememişti. Sadece dedeye boş gözlerle bakmış ve başını sallamıştı. Yatağına girdiğinde ise halsiz düşüp uyuyana kadar ağladığını hatırlıyordu.

Kadın bir hışımla çocuğun yanına gittiğinde Güneş yüzünü buruşturarak başını yanına eğdi. Kadın, çocuğun kolunu kavradığı gibi acımasızca sıkmıştı. Elindeki merdaneyi hırsla çocuğun bacağına vurdu. Güneş sessizce inlediğinde, "Kuçıke zıkaka!*" dedi kadın tükürürcesine. "Kuzulkurt**, tu bêrûmet.***"
(Sokak köpeği*  Zıkkımın kökü, geber**   Şerefsiz seni***)

Güneş merdaneyle vurulan bacağına eğilmişti ki kadın merdaneyi yere fırlatıp çocuğun saçlarını yakaladı. Saç diplerini merhametsizce çekerken Güneş sesini çıkarmamak için dudağını ısırıyordu. İçeridekiler gürültü yüzünden avluya toplanmıştı. Aslında hepsi alışıktı bu görüntülere, onları için normaldi.

"Aslan oğlumu, delikanlı oğlumu öldürdün sen! O kaltak anan yüzünden gitti benim oğlum! Uğursuzsun sen, piçin tekisin!"

Güneş saçlarının koptuğunu hissediyordu. Kadın ne zaman sinirlense her seferinde vurup dövdükten sonra çocuğun saçlarına asılırdı. Annesinden almıştı Güneş bu turuncu saçlarını. İsmi gibi tupturuncuydu saçları. Fakat kendisi de sevmezdi saçlarını. Ne saçlarını ne bedenini severdi. Ne de ruhunu...

YÜREK YANGINIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin