"Günaydın," diyerek gülümsedi Finn Wilkins, merdivenlerden inerek demlikten kendine kahve koymaya yeltenen kuzenine.
Belli belirsiz şişmiş gözlerini ovuşturarak dolaptaki kupalardan birini seçmeye çalışan Hermione, "Günaydın." diye mırıldandı. Kupayı tezgâha bıraktıktan sonra, demlik elinde, dönüp bir bakış attı Finn'in elindeki kitaba. "Ne okuyorsun?" Finn, bu soru karşısında, ne okuduğunu gayet iyi bilse de bir refleks sonucu kapağına bakmıştı kitabının. "Deniz Feneri, Virginia Woolf." Hermione, kitabı bildiğine dair bir ses çıkararak kahve dolu kupasına süt kutusunun dibinde kalan azıcık sütü ekleyip, Finn'in karşısındaki koltuğa doğru ilerledi. Kuzeni, Hermione'nin verdiği ayracı özenle kaldığı sayfaya yerleştirerek kitabı kenara koyduktan sonra boş süt kutusunu çenesiyle işaret etti. "Tam da bu yüzden, annemler alışverişe gittiler."
Hermione, yeni ayıldığından olsa gerek, anlamamış bir şekilde baktı ona. Finn, "Markete eksikleri almaya gittiler işte, önümüzdeki hafta için. Bir de pastaneye uğrayacaklarmış, kahvaltıya güzel şeyler alacaklarmış." diye açıkladı. "Haa..." diyerek, başıyla onayladı Hermione. Kupasına alttan destek vererek bir yudum almış ancak dilinin yanmasıyla birlikte yüzünü buruşturarak tıslamıştı. Bir ona, bir bıraktığı kitaba bakan kuzeni; oturduğu tekli koltukta yan dönüp kol koyma kısımlarından birinden bacaklarını sarkıtarak Hermione'ye baktı. "Dün akşam neler oldu, Herm?"
Hermione, rahatsızca elindeki kupayı inceledi. Kendiyle gurur duymuyordu, aksine kontrolsüzlüğü onu çok öfkelendirmişti. Ne hissetmiş olursa olsun çözüm değildi söyledikleri. "Pek... Pek iyi değil. Bu konuda konuşmasak?" Finn, mırıldanan kuzenini başıyla onayladı. "Sorun yok, sadece... Geldiğinde konuşamadığımız için merak ettim, yüzüme bile bakmadın." Buna karşılık kısa bir an için kahvesinden bir yudum almaya yeltenen kıvırcık saçlı kadın, ani bir kararla kupayı sehpaya bıraktıktan sonra oturduğu koltukta bağdaş kurdu. Karşısındaki oğlanın suratına bakıp, dudakları iki yana huzursuzca gerilmişçe güldü. "Ben batırdım. Tüm konuşmayı, yani." Finn, onun aslında konuşmak istediğini anlamışçasına doğrulmuştu oturduğu yerde.
"Bu konuşma meselesi ne ki?" diye girişti usulca. "Bu çocuğun olayı ne? Yani, anladım, tüm dünyanızda ünlüydü çünkü ölmemişti ve sonra katiliyle savaştı, ama siz ikinizin arası iyi değil miydi? Niye görüşmeyi bıraktınız?"
"Aramız çok iyiydi." dedi gülümseyen Hermione. Koltuktaki yastıklardan birini kucağına alıp, fermuarıyla oynarken yüzünde bir tebessüm kalmıştı. "O, Ronald ve ben... Biz aslında bir aile sayılırdık. Başımıza sayamayacağım kadar çok şey geldi, defalarca birbirimizi ölümden döndürdük ama hep oradaydık." Sesindeki mutluluk hafifçe sönerken, yine de gülümsemeye çalıştı ama yüzü buruşmuştu. "Savaşın bittiği gün hiçbirimiz doğru dürüst konuşamadık. Bu karmaşada Ron ve ben bir şeyler deniyorduk, ve Harry bizden çok daha zor bir mücadele vermişti. Ama ertesi gün... Harry görünürde yoktu. Ve sonraki gün. Ve o koca hafta."
Finn, kaşları çatılırken bir soru sormak adına dudaklarını araladı ancak daha sonra, irkilerek bölmemeye karar verdi Hermione'yi. "Tonla cenaze oldu. Harry'nin, Seçilmiş Kişi olarak hepsine katılması bile gerekirdi belki ama hiçbirinde yoktu. Fred'inkinde bile. Profesör Lupin'inkinde bile." Profesör Lupin ismi tanıdık gelse de, Fred'in kim olduğunu çıkaramadı oğlan. Yine de ses etmedi. "Patronuslar gönderdik, herkese soruşturduk ama geride iz bile bırakmamıştı. Ona aklımda çok bahane ürettim ama... Ron'u, beni boşver; sevgilisiydi Ginny ama onun da Harry'nin nereye gittiğinden haberi yoktu." Ardından Hermione'nin ses tonu dikkat çekecek bir şekilde yükseldi ve inceldi. "Biliyor musun, bizi falan boşverme!"
Koltukta dikleşerek elinde tuttuğu yastığı sıktı genç kadın. Yedi yıl önce ne yaşamışsa, ne hissetmişse tekrarlıyordu sanki. Bir parçasını orada bırakmıştı belki de. "Ginny'i sadece iki yıldır yakından tanıyordu, ona haber vermemesini bir nebze anlayabilirdim. Belki çok yalnız hissetmişti, savaşın ona neler hissettirdiğini bilemeyiz ki! Her şeyin merkezinde Harry varken onu tamamıyla anladığımızı söylemek yalan olurdu. Hatta... Bunu söylemekten hoşlanmasam bile... Ron'a haber vermemesine bile bahane bulabilirdim. Ron bu savaşta ağabeyini kaybetmişti, Harry onu daha fazla sıkıntıya sokmak istememiş olabilirdi. Belki de içi elvermemişti. Ama ben... Ama ben Üçbüyücü Turnuvası'nda bile, gazeteler hakkımda şöhret avcısıymışım gibi atıp tutarken bile Harry'nin elini bırakmadım. Biliyor olması gerekirdi, ne olursa olsun bana söyleyebileceğini biliyor olmalıydı, eğer benden istese yanına da gitmez kimseye de söylemezdim. Yeter ki hayatta ve güvende olduğunu bileyim..." Durakladı. Sıktığı yastığı usulca kenara bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
livilence 𖥔 harmione
Fanfictionhermione granger, bir zamanlar kardeşi yerine koyduğu oğlana âşık olacağını aklından bile geçirmemişti; harry potter ise yedi yıl önce son görüştüklerinde olduğu adamdan çok farklıydı. 【livilence; gittikten uzun zaman sonra eve dönmenin verdiği...