0.3

10 1 0
                                    

Lalin Gündüz

Taraftar, coşku, heyecan, gerginlik ve gurur...

Uzun süredir hayatımda olan bu öğeler ilk defa bu seneki kadar yoğundu. Sanki yıllarca gölgelerde kapana kısıldıktan sonra nihayet güneşi görebiliyormuşum gibi hissediyordum. Voleybol benim hayatımdı.

Kendini bana hayranım olarak tanıtan fakat çelişkilerle dolu ve ismi muhtemelen Deniz olmayan eleman benden maçı kazanmamı istediğinden beridir kafamda cirit atan soru işaretleriyle boğuşuyordum.

Deniz gerçekte kimdi?

Bir sapık olup bütün özel hayatımı yasadışı yollarla öğrenmiş olma ihtimalini ortadan kaldıramazdım. Bu yüzden onunla konuşurken temkinli davranmaya çalışıyordum. Ters konuşmaktan ve onu küçümsemekten kaçınıyordum. Ama bütün bu ihtimallerin de ötesinde içimden bir his aslında kötü bir amacının olmadığını söylüyordu. Altıncı hissim hiçbir zaman kuvvetli olmamıştı, bu yüzden hayatımı hislerimle yönetmezdim. Mantığımı olabildiğince çalıştırmaya özen gösterip o şekilde hareket ederdim. Ve mantıklı olan yanım Deniz'e hiç fark ettirmeden onu çözmem gerektiğini söylüyordu. Boş vermem gereken gereksiz bir durumun içine de düşmüş olabilirdim. Bunu zamanla öğrenecektim.

Kafamı düşüncelerden arındırmaya çalışarak maça döndüm. Sahada benim yerime takımın eski ve deneyimli oyuncularından Mira Şimşek oynuyordu. Bana kalırsa çok iyi bir oyuncuydu, ama artık yaşı gereği bütün maç boyunca sahada duramıyordu. Tahminimce antrenörümüz o yorulduğu anda beni devreye sokacaktı.

Yedeklerle birlikte benchte otururken gözlerim maçtaydı. Rakip saha ile bizim sahamızın arasında dönüp giden top en sonunda smaçörlerimizden birinin blok yemesiyle bizim parkemize düştü. Yüzüm düştü, bu maç hiçbir takımı küçük görmememiz gerektiğini anlatan bir ders niteliğinde gibiydi. Daha önce milli takımın defalarca karşı karşıya geldiği ve sürekli mağlup ettiği karşı takım şu anda çok daha farklı oynuyordu. Gelişmişlerdi ve bizimkileri bozguna uğratmışlardı.

Türkiye'de değildik, turnuvanın bu ayağında Avusturya'da oynuyorduk. Bu nedenle çok büyük bir taraftar desteğimiz yoktu. Bizim gibi gazla çalışan bir takım için küçük bir dezavantajdı.

Zaman ilerledi, üçüncü seti de rakibin almasıyla setlerdeki eşitlik bozuldu ve rakip takım 2-1 öne geçti. Mira Abla sürekli blok yiyordu, savunmamız direncini kaybetmişti. Son topa kadar dirensek de asıl oyunumuzun bu olmadığı gözle görülür bir gerçekti.

Set arasında bütün bir takım halinde tekrar antrenörün etrafında toplandık. Herman Sergona gergin gözüküyordu. Zaten oldukça sinirli bir yapıya sahipti, gidişattan hoşnut olmadığı için ekstra sinirlenmişti. Libero ve orta oyunculara İngilizce konuşarak hatalarını anlattı. Kızlar dikkatle onu dinliyorlardı. Konuya biraz uzak kaldığım bir anda hocanın birden bana dönmesiyle kendime geldi. "Lalin." dedi baskın bir ses ve kendine has aksanıyla. "Oyuna giriyorsun."

Bunun olacağını bilsem de heyecandan hızlanan kalbimi engelleyemedim. Kafamı hızlıca sallayıp formamın hırkasını çıkardım. Derin nefesler aldım ve birkaç kez topuklarımı yerden kaldırıp indirdim. Tam o sırada takımdaki en yakın arkadaşım olan ve voleybola başladığım altyapıdan da tanıdığım Özge yanıma geldi. Sırtıma iki kez vurdu ve "Hadi, herkese göster Lalin Gündüz'ün gücünü!" dedi motive eden bir ses tonuyla. Güldüm ve yanaklarını hafifçe sıktım. "E herhalde kızım, ben bunun için doğdum!" dedim dalga geçercesine.

Setler arası molalar da çok kısa olduğu için kendimi ne ara sahada bulduğumu bilmiyordum. Başlama düdüğünü duyduğumda bütün odağımı karşı takımın servisine yönelttim. Servis atıldığında arka alandaki smaçörlerden biri manşetle karşıladı ve ardından topu alan pasörümüz Sare setin ilk pasını bana attı. Topa kolumdaki damarları zonklatacak derece sert bir smaç vurduğumda karşı takımın savunması topu çeviremedi.

YENDİN Mİ KADERİ?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin