"Bende!" diye bağırarak yere düşmek üzere olan topa çevik bir şekilde uzandığımda koluma çarpıp arkadaşıma pas olan top karşı tarafın parkesine sertçe çarptı.
Sayıyı kutlayıp oyunumuza devam ettik. Üçüncü hafta nihayet gelmişti. 5 günlük aralık göz açıp kapayıncaya kadar bitmişti. Yarın maç vardı, rakibimiz uzun süredir çirkin bir rekabet içinde olduğumuz bir takımdı. Öyle çirkin bir rekabetti ki karşı takımın oyuncularının hakkımızda küçümser röportajlar vermesi de dahil pek çok çirkin hareketi kapsıyordu.
Yarın kendi şehrimizde bu işi bitirmek zorundaydık.
Antalya çok sıcaktı, yazın ortasında olmamız bize bu turnuvada hiç yardımcı olmuyordu. Salonun dışına çıktığımız anda erir gibi oluyorduk.
Sabah antrenmanını tamamlayıp takım halinde haşatımız çıkmış bir şekilde otele döndüğümüzde kendimi nasıl duşa attığımı hatırlamıyordum. Hep topladığım saçlarımı duştan sonra saldım. Saç kurutma makinesiyle nemli kalacak şekilde kuruttuğumda rahat eşofmanlarımla banyodan çıktım. Özge yatakta ölü gibi yatıyordu. Yanına doğru gidip omzunu dürttüm.
"Kalksana kızım, yemeğe inelim."
"Lalin yorgunluktan bayılacağım. Nasıl bitecek bu turnuva?"
Yanına doğru oturup derin bir nefes aldım. Gözleri açık bir şekilde tavanı izliyordu. Haklıydı, ben de bitmiştim.
"Az kaldı, bu haftadan sonra finaller var. Bitti kızım, az kaldı."
Özge birden bakışlarını endişeyle bana çevirdi. "Ya yine altın kazanamazsak..?"
Gözlerimi yumup ofladım. Üstümüzdeki baskı büyüktü. Daha hiç altın madalya kazanamadığımız bir turnuvaydı bu. Voleybola yapılan onca yatırımdan sonra bu sene de kupa alamazsak bize ne yaparlardı, bilmiyorduk.
"Alacağız." dedim içimdeki sesleri bastırırken. "Bu kez kazanacağız."
Özge yataktan zorlukla kalktı. Kollarını gerdirdi ve yüzünü buruşturdu. "Yorulduğumuza değmek zorunda."
Yanına yürüyüp kolumu omzuna attım. Benden daha kısa olduğu için bunu her yaptığımda gözünü deviriyordu.
"Senin Beyefendi'den ne haber?"
Kapıya varıp dışarı çıktığımızda meraklı bir edayla sormuştu bunu. Yüzümü değiştirmedim. Sakince yürümeye devam ettim. Bu konuyu düşünmemeye karar vermiştim. Bir şeyler beni huzursuz ediyordu. Kafamı kemiriyordu.
"Maçlarımıza gelecekmiş." dedim sanki çok normal bir şeyden bahseder gibi. Özge'nin kafası ışık hızında bana döndü. Bunu nasıl sakinlikle karşıladığımı sorar gibi baktı.
"Ne olur ki gelse..? Çok büyük bir olay değil bu."
"Keşke biraz hırs ve öfkeden başka duyguları da hissetsen Lalin." dedi hayıflanarak. Asansöre binip yemekhaneye katına bastık. Kollarımı göğsümde bağlayıp kaşlarımı kaldırdım. Hissetmek istemiyordum.
"İlaçlardan dolayı." dedim sadece. İlaçları suçlamak bende alışkanlık olmuştu. Aslında yaptıkları bir şey yoktu. Travmaya bağlı yaşadığım geçici hafıza kaybının ardından anksiyete krizleri geçirmeye başladığımda kullanmaya başlamıştım.
Sadece 12 yaşındaydım.
Hayallerine sıkı sıkı tutunmaya çalışan bir kız çocuğu...
"İyi misin peki?" dedi Özge ciddiyetle. Başımı olumlu anlamda salladım. "İyiyim."
Daha sonrasında bir şey konuşmadık. Sessizlik bize eşlik ederken yemekhaneye gelmiştik. Tepsilerimizi tabaklarla doldurduk, etrafa baktım. Takımın olduğu kısma doğru yürürken yarın maç yapacağımız takımın oyuncularını gördüm. İçimde yükselen öfkemi dizginlemeye çalıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YENDİN Mİ KADERİ?
Kurzgeschichten+905****: Uzun zaman oldu. +905****: Merak ediyorum +905****: Yenebildin mi kaderi Dorothea?