Merhaba yavrucanlar...
Yani biraz arayı açmış ve sizi bekletmiş olabilirim.
İşin biraz suyunu çıkarmış olabilirim.
Bunu geri alamayacak da olabilirim.
Ama; Size keyifle okuyacağınız bir bölüm garanti edebilirim ;)
Beni bağışlayın emi? Affetmek büyüklüğün şanındandır ne de olsa...
Seviliyorsunuz...
Keyifli okumalar!
****************************************************
Işık:
Nabzım tabana kuvvet koşarken ağzımın üzerine kapanmış el, sırtıma batan sert bir gövde, uçuşan kelebekler, etrafı aydınlatan şimal yıldızı, ay, güneş, slov bir müzik, kuş cıvıltıları ve ben...
Aslında iyi gidiyorduk böyle ama o sırada bir sinek vızıltısı gibi aniden çıkan ses, bana doğru uçan ve ne olduğu tespit edilemeyen bir cisim, "Ahh!!!! Lanet olsun" diye kıvranan bir adam,( ellerindeki beni serbest bırakmış aynı zamanda da), "Apla hadivesene, goş goş!!" diye heyecanla çığlık atan bir adet minik delikanlı, vücuduna artık adrenalinin kontrol ettiği ve bu coşkuyla arkasındaki Herkül'e tekme atıp tabana kuvvet kaçan bir adet ben....
Ben can havliyle tüm gücümle kaçarken arkamdaki adamın neye uğradığını anlayamamış ve can acısı çeken halleri yürek parçalayan türdendi(!) aslında ama; biraz daha ilerlediğimde ağaçtan önüme atlayan Ahmet'in hamlesiyle irkilip düşecek gibi olsam da; elimden tutan küçücük elin verdiği cesaret ve çekiştirmesiyle köye doğru koşmaya başladık.
Nihayet kapının önüne geldiğimizde küçük şövalyem ve ben nefes nefeseydik. Ellerimle dizlerimi tutup hızlı hızlı nefes alıp veriyordum. Karşımdaki kahramanım ise yüzündeki haklı gurur ifadesiyle: " Apla emme neyle gurtardım seni. Ekmek musaf çarpsın ben olmasam o goca herif gaçurudu seni. Allah etmesin. Neyderdük biz? Ennemgil Zeynep aplanın yüzüne bakamazlarıdı..." derken yüzü ışıl ışıldı ve bu küçük adamı kendime çekip sıkıca sarıldım ve saçlarını karıştırıp: " Sen var ya! Artık benim kahramanımsın. Benim küçük prensimsin" dediğimde Ahmet mest olmuş bir şekilde gözlerini kırpıştırarak bana bakıyordu.
Biraz soluklanıp nefes alış verişlerimiz düzene girdikten sonra eve girdik. Ahali hayat denilen evin girişindeki geniş salona kurulmuş kahvaltı sofrasının etrafına oturmaya başlamışlardı.
Işıldayan bir yüzle Zeynep:" Işık tam zamanında geldin, kaynanan seviyor." Deyince bütün bakışlar bana doğruldu ve Behiye teyze meraklı bir sesle: " A gızım nişanlı filan mısın yoğusam? Bak yavrum gayrı biz de sizin bi eilenizüyüz , kimsesi seni sehipsüz sanmasın." Derken içimde hem tarifi imkansız bir sevinç hem aynı oranda bir burukluk peyda oldu.
"Yok benim güzel teyzem bu şom ağızlı lafın gelişi diyor. Zaten ben okuyorum daha. Okul bitsin. Ekmeğimi elime alayım, hayatıma çeki düzen vereyim o işinde sırası gelir." Deyince Türkan ablanın kocası Muzaffer abi sırıtıp: " sen hiç duymadın mı ; kul plan yaparken Cenab-ı Rabbüm gülermiş, derler." Derken kimin kime güleceğini hiç birimiz bilmiyorduk elbette....
Kahvaltı sofrasında kuş sütünden gayrısı vardı. Hepsi doğal, hepsi organik, dalından, kaynağından yiyecekler... Hayatımda yaptığım en güzel, en eğlenceli, en nefis kahvaltıydı. Neşe içinde karnımızı doyurduktan sonra Zeynep'le ben de Türkan ablaya yardım edip sofrayı kaldırdık, bulaşıkları da hallettikten sonra beraber evime doğru gitmek için evden çıktık.