AHHH AH YAVRUCANLARIM....
Evvela çok feci özür diliyorum... şiddetli gecikmiş bir bölüm olduğunun elbette ki farkındayım. büyüklük gösterip bağışlayacağınızı ümit ediyorum.
Ne diyelim. sevgiyle kalın.
Bir de Wattpad in şu yüklenememe sorununu halledebilselerdi tam züper olacaktı ya neyse....
*****************************************
Yafes;
Kalkıp bir yol abdest aldım. Vücudumdan çok ruhumun serinliğe ihtiyacı vardı. Ah be muhterem, ah be babam. Neydi bu şimdi, ikaz mıydı? Yoksa; gözüm üzerinde demek miydi?
Çocukluğumdan beri böyle olmuştur. Ne vakit ki bir haylazlık yapsam yahut da; ne zaman ki kafam karışsa o mübarek böyle bir ihtar eder, bir silkelerdi. Eh malum ben de yaptığım tedbirsizlikten(?) mütevellit bir ırgalanmayı hak ettim doğrusu. Tabi canım muhakkak bu tedbirsizliğimden oldu yani....
Sabah ezanından sonra uyuyamadım bir daha. Kalkıp biraz at koşturduktan , bir saat kadar da yüzdükten sonra odaya gelip hazırlandım. Bu arada elbette her zaman olduğu gibi Aslan da bana eşlik etmiş ve sessizliğini muhafaza etmişti. Sessiz kalmak aslan için normal zamanlarında bir mucize gibi olsa da bu tip zamanlarda Aslan yürüyen gölge gibi olurdu. Ne de olsa sükut ikrardandı ve bu Aslan'ın ne buyurursan, ne yaparsan ya da ne yapmazsan kabulümdür deme şekliydi.
Saray hayatı zordur. Diğer çocuklar gibi değildir mesela çocukluğun. Elbette bir elin yağda bir elin baldadır ancak; o kavanozlara elini kolunu sokmaman, mala değil, mülke değil, makama değil; insana kıymet vermen gerektiği öğretilir. Baldan çok, arıcıyı seversin. Yemekten çok aşçıya kıymet verirsin ki; vakti geldiğinde insanın da senin makamından korkmak yerine bizzat sana saygı duysun.
Erkenden olgunlaşırsın çünkü; bu beklenir senden. Kılıcını kaldıramayacak kadar küçüktür bedenin, yayını geremeyecek kadar çelimsizdir kolların ancak; bunları yapmak zorunda olduğunu bilecek kadar büyümüştür kalbin. Gözün yaramazlıktadır aslında ama aklın " dur " der sana.
İşte taa o yıllardan benim yol arkadaşım oldu bu adamlar. Aslan hep en tosun, en kabadayımızdı. Ama bilirim başka sever beni.
Hey gidi günler hey... biz ta ki on yedi yaşımıza kadar öz kardeş bildik birbirimizi. Hala daha anneme anne, babama baba derler. Usuldendir çünkü. Lakin kardeşliğimiz usulden değil candan...
Kapı tıkladığında gelenin Sezgi olduğunu gördüm. Beyim kahvaltıyı edip çıkmak gerek. Şölen alanına gidilecek de yalnız bir durum var. Saraydan hünkar babamız haber göndermiş. At üstünde ok atma yarışları olacakmış bizzat hepimizin de katılmasını emir buyurmuş. Derin bir of çekince Sezgi sırıttı. "Hiç canın çekmiyor de mi? Şimdi onun yerine atlasan atına bulsan bir ağaç altı. Sen uyusan O sana baksa.."
Önce ne dediğini anlamadım, sonradan ne dediğini idrak edince yüzümdeki yalandan öfkeyle Sezgi'nin omzuna bir tane indirip: "Yürü abicim, yürü hadi. Boş boş konuşacağına kontrol et bakalım ok takımlarımız gönderilmiş mi?" dedim bir taraftan hızlı adımlarla yürürken.
Otelin kahvaltı salonuna indiğimiz de ekibin tamamlanmış olduğunu ve bizi beklediklerini gördük. Alelacele yemeğimizi yedikten sonra koordinasyonumuzdan sorumlu Ahmet Bey'e eksik bir şey kalmaması, ekipmanlarımızın tamamlanması hususunda son talimatları verirken Ahmet Bey boğazını temizleyerek: " Şey beyim, hünkarımızla biraz önce yaptığımız görüşmeyi aktarmak isterim. Beyim; hünkarımız gösteriden sonra yüzlerinizi açmanızı ve artık kimliğinizin açıklanma zamanının geldiğini emir buyurdular. Yani sadece sancağı açıklayacaklar." Dediğinde gözlerim yerlerinden fırlamadılarsa; bu sadece fiziksel olarak mümkün olmadığındandı. Gerçekten şaşırdım. Elbet bu günün geleceğini biliyorduk lakin; böyle ani, istişaresiz, son anda... Elbette beklediğimiz bu değildi. Selim'e göz işareti yapıp. Odaya çıktım. Az sonra arkamdan geldiklerinde normal olmayan bir şeylerin olduğunun farkındaydılar elbette...