42.not

3.1K 364 304
                                    

Bu bölümü hem Irmak'tan, hem Fikret'ten okuyacağız. Ortaya karışık gibi ama güzel de.

Umarım yorumsuz okumayı düşünmezsiniz yoksa ciddi şekilde üzüleceğim bilmenizi isterim...

Keyifli okumalar.

Irmak...

Bir yandan tane tane düşen gözyaşlarımı silmeye çalışırken, diğer yandan makinist koltuğunda treni Ankara rayında yürütüyordum. Gözyaşlarım ara sıra önümü görmeme engel oluyor, hatta bazı zaman raydan çıkacağım diye korkuyordum.

Kendimden nefret ediyordum.

Kendimi tam şu saniye hızlı giden trenin camından atıp yuvarlamak istiyordum.

Ondan bana kalan tek hatıra. Benim için en anlamlı, en özel şeyi kaybetmiştim. On yıldır yanımda taşıdığım kolyeyi iki gün önce kaybetmiştim. Evet bunu başarmıştım.

Gözyaşım durmak ne bilmiyordu. Son seferim olmasına rağmen yüzümde gram tebessüm yoktu. İki gündür uykusuzdum. Gözlerimi dahi kırpmamıştım. Belki huzurlu hissettiğim bir yer olsa kafayı vurup uyuyacaktım ama yoktu. Bir yer benim için yoktu.

Kolyeyi kaybetmemle daha fazla kimsesiz hissediyordum. Kopçası bozuk diye takamamıştım ama yanımda taşımadan da duramıştım... Aferin işte bana, kendi canımı kendi ellerimle yaktım. Kör kurşun sıksam kendime belki böylesine acı çekmezdim. Şimdi tamamen tükenmiştim. Uğruna yaşadığım bir amacım, bir hayalim yokken uğruna devam ettiğim şeyleri de benim olanları benden alan şehirde kaybetmiştim.

Ankara.

Daha ne alacaktın benden?

Neyim kalmıştı?

Kimim kalmıştı?

Kırmızı ışıkta geçen bir araba yüzünden benim her şeyim gitmişti. Yılmaz Ali, Ankara'da yolun ortasında 120km hızla gelen aracın çarpması sonucu hayatını kaybetmişti.

Haberlerde görmüştüm yazılanı.

Karşıdan karşıya geçmeye çalışırken ölmüştü.

Şoför sarhoşmuş. Gün ortasında eşiyle kavga ettiği için kendini alkol kullanımına yönlendirmiş. Bilmiyordu, bilemezdi. Hayatı, hayalleri olan bir gence çarpacağını bilmezdi. Çantası sırtından düşmüştü. Ayakkabısının bir teki uzağa savrulmuş, üstündeki beyaz gömleği çatlayan kafasının kanıyla kırmızıya boyanmıştı.

Ölüm haberini bir kapı önünde almıştım.

Kahvaltı hazırlayacakken duymuştum. Suyu kaynaması için ocağa bırakmış, yüzümde tebessüm olmadan salonda tur atıyordum. Evde kimse yoktu. Herkes dışarıda oturmuş kahvaltı bekliyordu. Zaman geçti, en sonunda uğultular yükseldi ve ben ellerimi kalbimin üstüne koydum. Hemen öncesinde ise kaynamaya başlayan ocağın altını kapattım.
Çünkü biliyordum. Ben acının adresini ne bekler görmüştüm.

Ocağın altını kapattım ve korkak adımlarla merdivenlere doğru yürüdüm.

Sesler.

Uğultular.

Yılmaz Ali'ye araba çarpmış diyenlerin sesi, hepsi bir anda beni buluyor.

Bizim Yılmaz Ali yok mu, araba çarpmış, çocukcağaz savrulmuş.

Ölmüş mü diye soruyorlardı birbirine. Kimdi bilmiyorum, ölmüş demişti biri. Yolun ortasında, oracıkta can vermiş.

Aradan yıllar geçti. Hâlâ hafızamdan silinmiş değil o an.
Evim barkım yıkılmıştı. Bana Doğu topraklarında umut vadeden adamın ölüm haberi kapının eşiğinde beni yakalamıştı.

Sefilist |Yarı Texting (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin