is there someone in my room?

286 36 0
                                    

"Ne sen, ne de sen." dedi annem işaret parmağıyla teker teker beni ve abimi gösterirken. "Hiçbir yere çıkmıyorsunuz. Oturun oturduğunuz yerde. Önce valizlerinizi boşaltacaksınız sonra da evi temizlememe yardım edeceksiniz."

"Anne lütfen, Yunho'yu görmem gerek. Tüm kış haber almadım hiç. Lütfen!"

"Ben gidip bi Kyungmi'yi göreyim, sonra hemen gelirim. O zamana kadar Mingi yardım eder sana anne."

"Ne? Ne ne ne? Hayır ben gideceğim anne ya!"

Şımarık bebekler gibi bağırmaya, ağlıyor taklidi yapmaya ve olduğum yerde zıplamaya başladım. Abimin söyledikleri beni zaten ayrı sinir etmişti. Eğer annem çıkmama izin vermezse evden gizlice kaçmayı bile göze alabilirdim. Ama buna gerek kalmadı. Annem ikimize sırasıyla baktı. En son gözü bende takılı kaldı.

"Yunho'yu kapıdan gördüğün ve burada olduğundan emin olduğun anda hemen eve geliyorsun."

"Anne-" dedi abim kaşlarını çatarak. Verilen karara itiraz etmek üzereydi, belli.

"Hayır. Sen kızı gördün mü deliye döner, akşama kadar eve gelmezsin şimdi. Biliyorum seni."

Evden çıkmadan önce duyduğum son şey bunlardı. Annemin abime kurduğu cümleye gülmüştüm. Kapıyı çektikten sonra ayakkabılarımı giydim ve koşarak merdivenlerden indim. Bizim kaldığımız bina sitenin girişinde, Yunho ve ailesininki ise sitenin en sonunda, köşedeydi. Koşarak gittim ve binanın kapı şifresini girdim, yanlıştı. Kaşlarımı çattım, kim niye değiştirsin ki şifreyi?

Biraz geri çekilip 7. kata, Yunho'nun kaldığı eve bakarak "YUNHOOO!" diye bağırdım. Kimseden cevap yoktu. Camları kapalıydı o yüzden bir saniyeliğine burada olmadıkları fikri geldi aklıma. Ama genelde klima açtıkları için camı kapalı tutarlardı. O yüzden seslenmeye devam ettim.

Bir süre sonra aklıma zili çalmak gibi dahice bir fikir geldi sonunda. Zili çaldım ve kapı açıldı. Kendimi cennete girmeme son iki dakika kalmış gibi hissettim. Koca bir yıl sonunda Yunho'yu yeniden görecektim. İçeri girer girmez asansöre yöneldim ama düğmesine ne kadar bassam da ışık yanmıyordu. Muhtemelen yine bozulmuştu. O kadar heyecanlıydım ki asansörü bırakıp yüz küsür basamağı koşarak çıktım.

Altıncı kata geldiğimde nefes nefeseydim. Boğazım acıyordu ve bayılacak gibi hissediyordum. Korkuluğa tutunup derin nefes aldım. Son kalan katı da koşarak çıktıktan sonra kapılarının önüne geldim ve kapıyı tıklattım. Kapıyı hemencicik Yunho'nun annesi açtı. "BAYAN JEONG! SİZİ GÖRMEK NE GÜZEL. YUNHO NEREDE?" diye bağırdım resmen kadına ama elimde değildi. Yunho'yu görmezsem oturup ağlayacaktım sanki.

"Mingi bu ne hal? Gir içeri, bir bardak su iç, otur dinlen. O kadar kat koşarak çıkılır mı evladım?"

"Teşekkürler, çok teşekkür ederim ama hiç gerek yok. Yunho'yu görüp gitmem gerek. Çağırabilir misiniz?"

"Yunho burada değil çocuğum."

"Ne demek burada değil? Nasıl değil? Siz tek mi geldiniz? Yunho ev-"

"Sahile kadar gitti yavrum, sakin ol. Buraya geldi tabii ki."

"Bayan Jeong... Kalbime indirdiniz! Ne zaman gitti? Ne zaman gelir? Çok beklemeli miyim? Beklerim, iki saat de üç saat de beklerim. Oturayım ben şuraya." dedim ve gri soğuk mermere popomu koydum.

Bayan Jeong hemen kolumdan tutup kaldırdı beni. "Oraya oturulur mu Mingi? Bir yerlerini üşütürsün. Kalk salona geç."

Ayakkabılarımı çıkartıp eve girdim. Kapının hemen yanında, kuş kafesi şeklinde her evde bulunan küçük anahtarlığın üstünde Yunho'nun bir çocukluk fotoğrafı duruyordu. Fotoğrafa baktığımda gülümsemeden edemedim. 7-8 yaşında olduğu zamanlara ait bir fotoğraftı, ben o zamanlar bebektim tabii. Tombul yanakları sanki dünyanın en yumuşak maddesi gibi gözüküyordu ve insanda ısırma isteği uyandırıyordu.

"Çirkin şey... Bundan nasıl hoşlandım ben?"

"Bir şey mi dedin yavrum?" diye seslendi Bayan Jeong. Mutfak hemen dibimde olduğu için bu dediğimi duymuş olması normaldi.

"Ha yok Bayan Jeong. Telefondan geldi ses. Yunho'nun odasına gitsem sorun olmaz değil mi?"

"Kendi evinmiş gibi davran çocuğum."

"Süper, bir de Yunho geldiğinde benim hakkımda bir şey söylemeseniz olur mu? Sürpriz olsun."

"Tamam evladım söylemem git hadi odaya."

İznimi aldıktan sonra aceleyle koridorun sonundaki odaya gittim. Küçükken yazlığa geldiğimizde buraya gelir, yol desenli küçük halıda Yunho ile araba yarışı yapardım. Odanın köşesindeki oyuncak sepetinde binbir türlü şey vardı. Duvarların Yunho'nun çöp adam şeklinde aile çizimleriyle dolu olduğunu da unutmamak gerek tabii. Şimdi ne araba desenli halı vardı, ne oyuncak sepeti ne de duvardaki fotoğraflar. Şimdi sadece bir tablo asılıydı.

Van Gogh'un Yıldızlı Gece tablosunu yeniden çizmişti. Nedense bu tabloyu seviyordu ve gerçekten güzel de çizmişti. Bunu odasına asarken de yanındaydım. Tabloyu astıktan sonra tozu götürmek için ellerini birbirine çarparken "Heh, oldu. Burası sende prenses. Pardon, kül kedisi diyecektim." demişti. Temizliği yine bana bırakmıştı çünkü bildim bileli Yunho temizliği sevmez. Açık konuşacağım, annesi olmasa pasaklının önde gideni olurdu.

Yarım saat sonra Yunho geldi, ama ben odadan çıkmak yerine onu odasında bekledim. Öne eğilip göz ucuyla kapı tarafına baktım. Annesine içi dolu poşetler veriyordu. Akıllı çocuk, annesi için alışveriş de yaparmış... Annesiyle bir şey konuşurken yüzünü odaya çevirdi. Hemen geri çekilip oturdum yatağa. Yunho'nun sesi bu kez biraz daha yüksek çıkmıştı.

"Odamda birisi mi var?"

"Yok kimse. Sabaha kadar kapıda mı dikileceksin geçsene içeri."

Yunho'nun hem nefesinden hem de adım seslerinden yaklaştığını anladım. Kapının biraz uzağına, hemen karşısına geçip onu karşılamak için beklemeye başladım. Ama adımlar ve sesler tam kapının önünde durdu. Ne olduğunu anlamak için kapıya biraz yaklaşmışken... PAT! Yunho'nun kapıyı bir anda açıp hem burnuma hem kaşıma vurması o kadar hızlı oldu ki neye uğradığımı şaşırdım. Elimi burnuma götürdüğümde avuç içime damlayan bir sıcaklık hissettim.

"BURNUM KIRILDI! BURNUMU KIRDIN!!"

"Ne oldu?" diye bağırdı Yunho'nun annesi evin bir köşesinden diğer köşesine.

"Bir şey yok!" dedi, Yunho da en az benim kadar şaşkın görünüyordu. Hızlıca odaya girip beni omuzlarımdan tuttu ve koridorun ortasındaki lavaboya yürüttü. Lambayı açtı ve içeri girdik.

"Başını öne doğru eğ, lavaboya doğru. Çek şu ellerini burnundan, şelale gibi kanıyor zaten. Hadi dediğimi yap."

Elimi burnumdan çekip dediğini yaptım ve lavaboya doğru öne eğildim. Suyu açıp elimdeki kanları hızlıca yıkadı ve yine elimi burnuma götürdü.

"Şu şekilde bastır 5-10 dakika."

"Doktor kesildin başımıza."

"Bırak kanasın geber ya."

"Kırıcısın."

"Sen ne yapıyorsun orada amına koyayım. Birisinin hızlıca kapı açacağı hiç aklına gelmedi mi? Kaşın da kanıyor."

"Nereden bileyim öküz gibi kapıyı açacağını? Herkes senin gibi öküz mü hyung?"

"Tamam da benim geleceğimi biliyordun."

"Kes kes kes. Off, çok acıyor..."

-----

OKU!
OKU ÜMMETİ MUHAMMED!
OKU!
OKU ŞU FANFICI!

summer child || yungiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin