Dikkatlice aracı izlemeye koyuldum.
Araç on, yirmi metre ileride yavaşlamaya başladı. Ardından ise durdu.
Durdu durmasına ama dakikalardır kapıyı acan yoktu. Merakıma yenilip hız adımlarla aracın yanından geçtim, fark ettirmeden arabanın penceresinden içerisini kontrol ettim.İçindeki kişiyi görünce bir kaç saniye tökezledim...
İçinde ay gibi parlıyordu!Adımlarımı daha da hızlandırıp, adeta koşmaya başladım.
Nefesim hızlanmış, kalbim hızlanmaya başlamıştı.
Bunlara karşıt içimi çocuksu, zavallı bir heves hakimiyet kurmuştu.
Ne acı!Gözlerindeki kibir bile benim için bir zirveydi.
Ve bu zirveyi çıkmama yardım edecek hiç bir etken yoktu.
Her zamanki gibi.Gözlerim etrafta oturacak bir yer, sığınakcak bir duvar arıyordu.
Hoş, boşuna uğraş veriyordu.
Benim sığınacak, yaslanacak bir duvarım yoktu.
Gözlerim yanmaya başlamıştı. Hayır acıdan veya üzüntüden değil.
Gözlerim zavallılığımdan yaşarmıştı?!Saçlarımdan beyaz bir tutam, isyan etmişcesine alnımdan kendini aşağı bıraktı.
Fakat ben onun acizce isteğini, elimle son buldurup eski yerine götürdü.Sonunda bir bank bulamayacağımı anladığımda; kaldırıma oturup sakince nefesimin düzelmesini bekledim.
Fakat bu zaman diliminde bile zihnim durmuyor, düşüncelere dalıyordu.Haddim olmayan düşüncelere.
Nefesim yavaş yavaş düzelmeye başlamıştı.
Falat kalbimde yavaşlamak adına hiç bir haraket duyamıyordum.
Şuan karşımda olsaydı:
"Boşuna uğraş veriyorsun." Derdim.Ruhum, gözlerimden isyan etmek istiyormuş gibi gözlerimi yaşartıyordu.
Oysa ki benim gözlerimi kimse görmemişti ki.
Kimse gözlerime bakıp ta:
"Ne çok acı çekmiş, zavallı." Demedi ki...Gerçi bunları bana öz ve öz ailem bile dememişti ki.
Sorun bende miydi acaba?Sorun ben miydim? Sorun toplumun, kalıpsal yargıları ve kapısal düşüncelerinden farklı olmam mıydı?
O zaman bırakında yalnız olayım!
Beni olduğum gibi kabul etmeyen bir topluma ihtiyacım yok. Var olan düşünce ve fikirlerime yanmazsam, yazıklar olsun bana!Ve tam şuan ruhumun üstüne yemin ediyorum ki:
Düşüncelerimi değiştirmeme yol açacak tek bir varlıkla tanışsam bile, o kişiyi derin bir azapla öldüreceğim.🤍
Kırık dökük duvarların arasından geçip, kapımın kilidine anahtarı sokup çevirdim.
Kapı artık rahatsız etmeyen bir sesle açılınca kasvetli duvarlar ile yüzleştim.Paltomu çıkarıp yatağımın üzerine attım. Ardından ise mutfağa doğru yürüp büyük ve tek olan bir bardakta doluca su içtim.
Su içtim ki; içimde sönemek bilmeyen yangın sönsün.Ardından ise odama doğru yürüdüm. Başka da bir oda yoktu zaten.
Hızlıca defterimi ve bir kalem elime alıp yatağa oturdum.
Yazı yazmak istiyordum."Tanrı var mıydı?
Belki vardı belki yok. Ama bir gerçek vardı ki Tanrı merhametsiz, acımasız ve duygusuz bir canlıydı.Tanrı bencildi.
Tanrı onun emir ve yasaklarına uymayanları cezalandırırdı.
Tanrı insanı Dünya' da bile cezalandırırdı.
Öyledi ki Tanrı insanı yarattı yaratmasına ama kontrol edemedi.İnsanlar yobazlaştı ve din savaşları çıkardı. Zorbalıklar yapıldı, ve farklılar edebi suskunluğa zorlandı.
Oysa ki Tanrı' nın bunları işittiği an buna bir dur demesi gerekmez miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAPATYA SARISI
RomanceHer gün o pencerenin önünde dakikarlarca onu izliyordum. Tek arzum beni fark etmesiydi. Çünkü o benim amaçsız hayatıma amaç olmuştu.