Acaba açlıktan hayal falan mı görüyordum? Pff, sanmıyorum!
Kasvetin hakim olduğu bu ormanda beyaz bir cisim görmek Tanrı'yı bile şaşırtacak cinstendi.
Etraftaki ağaçların hışırtı sesleri, uğursuz kargaların rahatsız edici seslerine karışıp; dayanılmaz ama bir yandan da huzur veren bir tınıya dönüşüyordu.Acaba bu da Tanrı'nın bana karşı bir oyunu muydu?
Nefeslerim sıklaşırken birden bire irislerim uzağa, sonsuzluğa daldı.
Bu sonsuzluktu ki beyaz kuğunun dansında başlıyordu. Sonu ise tam bir muammaydı. Derin bir nefes alıp sakince kuğuyu izlemeye başladım.
Haraketleri öyle akıcıydı ki, arada gözlerim kamaşıyordu. Sanki dans ederken üzerindeki baskılardan kurtuluyordu. Havada yavaş yavaş yağmur yağmaya başlamıştı. Belli ki göğun çektiği sıkıntılar vardı.Yağan yağmurla birlikte dansını durduracağını sandığım kuğunun hızlandığını görünce ufak bir şaşkınlık geçirdim.
Üzerimde hâlâ bana verdiği palto vardı. Acizlikten kurtulamayan hayatım boyunca toplayamadığım cesareti, an da toplayıp elime bana verdiği paltoyu alıp yanına doğru adımlamaya başladım.
Yanında yaklaştıkca tekrak onun etkisine giriyordum.
Çekim güçu bir gezegeni yanına yaklaştıracak kadar yüksekti.Ayağımın altında çatırdayan dal ile bakışlarını bana çevirdi.
Etrafa uğursuz bir sessizlik hakim olurken, soğukta ki nefeslerimiz buhara dönüşüp birleşmek isteyen iki; kırlangıç balığı gibi dağılıyorlardı.
İrislerimiz birleşince ilk olarak onun o tapılası yüzüne baktım. O ise bana merakla bakıyordu. Yanına biraz daha yaklaştım. Şimdi aramızda sadece 1 veya 2 metre vardı.Elimdeki paltosunu ona robot gibi uzatıp "Bu soğukta hastalanmayın, lütfen. Gözlerime dayanarak söylemek istedim ki yanınızda bir palto da yok? Ah, Hanımefendi bu tam bir intihar!"
Dedim.Oldukça hızlı ve arada kekeliyerek konuşmuştum. İçim utançla savaşırken dışım ormana hakim olan hava kadar soğuktu. Hatta alay dolu bile denilebilirdi. Benim aksine o merakla tebessüm edip başladı o güzel dudaklarını kıpırdatmaya:
"Bayım! Oldukça ilginç bir duruma düşmüş gibiyiz." Dedi sabah ki olayı vurgulayarak.
"Fakat onu size ben hediye ettim, ve geri alamam. Teşekkür ederim!" Ne önemi vardı ki olsun ki o üşümesin ben ölebilurdim bile?!
"Ih, hayır lütfen alın. Benim buna ihtiyacım yok. Ama belli ki sizin var." Dedim
Anlamsızca bana baktı ve beni süzmeye başladı.Ayaklarımdan başladı, yüzüme kadar alayla baktı.
Ve ilk defa o zaman üstümdeki paçavralardan utandım. Ağzından güçlü bir kahkaha çıktı. O bununla keyfini belli ederken ben bu kahkahanın altın da azap çekiyordum.Paltoyu hızlıca yere atıp geldiği yönün tersine doğru sıkıca koşmaya başladım. Yağmur bastığım yerdeki ayak izlerimi silerken Dünya'da ne kadar da değersiz bir varlık olduğumu hissetmiştim.
Tam şuan, şuan da kasvetli, rutubetli odamda kırık yatağımın üzerinde, yırtık ve lekeli yorganımın altında bana eşlik eden saat sesi ile düşünmek istiyordum.Adımlarım hızlandı ve hızlandı.
Sonunda zavallı "evime" ulaşmıştım. Acele ile içeri girip kendimi yorganımın altına attım. Kendimi o kadar aciz ve zavallı hissediyordum ki anlatamam.
Yıllardır bu utanç ve acizliğin verdiği azabı hissetmemiştim. Defterimi elime aldım ve yazmaya başladım.
"Yıllardır hayatımda ne mi oldu?
Yargılandım, cezalandırıldım fakat mahkemem bitmedi ve bitmeyecekti.
Bu öyle bir mahkemeydi ki hürken kısıtlanıyordum!Kısaca pencere dolu odaya atılmıştım, pencereler demir çitler ile çevriliydi.
Kapı vardı kilitliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAPATYA SARISI
Roman d'amourHer gün o pencerenin önünde dakikarlarca onu izliyordum. Tek arzum beni fark etmesiydi. Çünkü o benim amaçsız hayatıma amaç olmuştu.