10-Hüzün ve Huzur

3 0 0
                                    

"OLMAZ! Hayatta giydiremezsiniz onu bana! Sadece hayatta da değil, ölsem bile giydiremezsiniz. Ruhum size öyle bir dadanır ki insanlar içinize cin kaçtı sanır!"

Son 8 dakikadır bağıran Minho'ya kaçıncı olduğunu bilmediğim kez göz devirdim.

"Arkadaşlarımız için çok önemli ama. Onlar için bir güncük dayanamaz mısın?"

"Hayır." deyip kahverengi koltuğa oturdu ve bana değil arkamdaki raflara bakmaya başladı.

Kore'de herkes tarafından tanınan bir dergi, Hyunlix kafenin tanıtımını yapmayı teklif etmişti. Hatta sadece röportaj ve fotoğraflarla değil, kafeyi tanıtan bir videoyla beraber. Aile sıcaklığına değinen bir tanıtım olacağı için grubumuzun tamamı çekimlerde olacak. Sorun şu ki videonun ve bizim kafeyle uyumlu olabilmemiz için pembe giyinmemiz gerekiyor. Ve Minho bunu asla kabul etmiyor.

Nasıl ikna edeceğimi düşünürken derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım, gereksiz abartıyordu.

"Hem niye pembe giyiyoruz ki? Kafe zaten pembe biz de öyle giyersek görünmeyiz. Çok saçma."

Kafamı hafifçe iki yana salladım, durup durup itiraz edecek bir şeyler buluyordu.

"Renklerin tonları farklı ayrıca beyaz da kullanılacak kıyafetlerde. Herkes kabul etti, sen niye zorluk çıkarıyorsun?"

Sabahtan beri geri adım atmayan Minho'nun, son cümlemle yüz ifadesini yumuşatmıştı. Aman tanrım, abarttığını fark etmiş olabilir mi?! Bu sefer ikna olacak diye hevesle gidip yanına oturdum. Vereceği olumlu cevabı beklerken gelen cevapla kalakaldım.

"Ben de aynı şeyi düşünüyorum biliyor musun, herkes kabul etti. Nasıl kabul ederler?"

"MİNHO! Yeter artık uğraşmayacağım daha fazla. Sabahtan beri seni ikna etmeye çalışıyorum. Sırf bir renk yüzünden ne kadar sorun çıkarttığının farkında mısın?!"

Sinirle kalktım, telefonumu ve ceketimi alıp kendimi dışarı attım. Biraz hava almam gerekiyordu. Sabahtan beri sabretmiştim ama sabrımın da bir sınırı var değil mi?

Evin önünde biraz nefeslendikten sonra geri girmek için arkamı döndüm. Ama o an aynı şeylerle uğraşmak içimden hiç gelmedi. Kafeye doğru hızlı hızlı yürümeye başladım. Çekimler için hazırlıklar yapılıyordu. Çekim yarın olacaktı. Tabii sevgilim işimizi kolaylaştırırsa.

Kafeye yaklaşınca kafenin tabelasıyla uğraşan ikiliye baktım. Hyunjin bir merdivene çıkmış, tabelaya bir şeyler çiziyordu. Aşağıda ayakta duran Seungmin ise onun eserini yorumluyordu.

"Bu ne biçim çiçek? Soonie bile yaralı patisiyle daha iyisini çizer."

"Çok biliyorsan gel sen yap!"

"Vaktim yok canım, biraz sonra işe gitmem lazım. Ben dönene kadar umarım bitirirsin."

"Aysh! Kendimi atacağım şimdi şuradan. Madem yardım etmiyorsun git işine o zaman!"

"Tamam be. Çok meraklıydım ben de anaokulu çizimlerine."

Seungmin cümlesini bitirince arkasını döndü ve beni gördü. "Merhaba ve görüşürüz Jisung."

Ben ne cevap vereceğimi bilemeyip sessiz kalırken çoktan uzaklaşmıştı bile. O yüzden Hyunjin'e döndüm. "Bence o kadar da kötü değil, çiçek olduğu anlaşılıyor ya yeter."

Bana kaşlarını çatmış kötü kötü bakarken gülmemi engelledim, aksi halde köpürecek gibi duruyordu. Ona kolaylıklar dileyip kafeye girdim. Duvarlara yıldızlı minik lambalar asmakta olan Chan hyung, kafeye girmemle çınlayan zili duyup bana döndü.

Prisoner | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin