Gökkuşaklarıyla süslediğim o gölgeler bugün capcanlı bir şekilde karşımda duruyorlardı. Kafamın içindeki insan silüetleri zihnimin en ücra köşelerinden fırlayıp karşıma geçmiş; ben bütün bunları omuzlarımda taşıyordum, en ağırı ise karşımda oturan Kang Taehyun'dı. Oydu bütün meleklerin en kötüsü, şeytanın ismini ansam ona yakışmayacak kadar, o hepsinden daha kötüydü.
Oturduğum sandalyede rahatsızca kıpırdarken omuz silktim, "Niye geldik buraya?" diye sordum. İnsanların üzerimde hissettiğim ama pek de üzerimde olmayan o kuruntu bakışları rahatsız ediyordu beni. Karşımda oturan Kang Taehyun ise geriye taramıştı gri saçlarını, üzerindeki siyah kolsuz tişörtünün yakasında bir kolye; kulaklarında ise küpeleriyle, suratı böylesine nefes kesici görünüyorken beni izliyordu. Ben ise kanayan bileklerimdeki eski sargılarla hayatta kalmaya çalışıyordum.
"Burası eskiden en sevdiğin yerdi." Dedi, hafifçe arkasına yaslanırken kollarını birbirine bağladı. Etraftaki insanlara bakarken titrek bir nefes verdim, "Bana acıdığın için mi getirdin yani?" diye sorduğumda başıma nükseden o zamansız ağrı ile kaşlarımı çatıp kafamı eğdim. Bugün onun bana verdiği kırmızı hapları yutmayıp da tükürdüğümü bilmiyordu Kang Taehyun. Yüzündeki düz ifade silinirken masaya yasladı dirseklerini, o konuşunca suratıma çarpan sıcak nefesiyle tekrar kaldırdım kafamı.
"Hyung, iyi görünmüyorsun."
Ellerinden biri terden ıslanan alnıma değdiğinde gözleri büyüdü, "Ateşin var." dedi sessizce. Alnıma değen soğuk parmakları yüzümü buruşturup kafamı çevirmeme sebep oldu, onun boşluğa düşerken elleri; benim bacaklarım arasında duruyordu titrek ellerim. Arkama yaslanıp koyu gözlerinin içine baktım. "Neden şaşırıyorsun? Haplarımı çöpe atan sensin."
"Şaşırıyorum çünkü bugün sana kırmızı haplardan vermiştim..."
Duraksadı, kafasını kaldırıp tekrar yüzüme baktığında suratımdaki soğuk ifade derin bir nefes almasına sebep oldu; dudaklarını yalayıp bir süre bekledi, düşünürmüş gibi, beni herkesten iyi tanıyordu. Altındaki sandalyeyi itip geri çekildi. "Beni hep zor durumda bırakıyorsun hyung." Kaşlarım, onun bana doğru yürüyüp bileğimi sıkıca kavramasıyla çatılmıştı. Gücüm onu durdurmaya yetmezken vazgeçtim ellerini itmekten, beni peşinden sürüklemeye devam etti Kang Taehyun. Başım dönüyordu, boştaki elimle şakaklarımı ovarken kafamı kaldırıp ona bakmaya çalıştım.
"Niye hayatımdan siktir olup gitmiyorsun o zaman?"
Sorduğum sorunun cevabını vermek yerine birlikte lavabodan içeri girdiğimizde, beni tuttuğu omuzlarımla aynanın önünde durdurup uzun parmaklarıyla musluğu açtı. "Yüzünü yıka." Dedi kısıkça, soğuk sesi titreyen parmaklarımın lavabo kenarına sıkıca sarılmasına sebep oldu. Kafamı eğdiğim sırada gözlerimin önüne düşen uzun siyah saçlarımın arasından baktım ona, aynadaki yansımasına. "Seni bir daha o şekilde görmek istemiyorum." Onun çatılan kaşlarını gördüğümde yüzümdeki ifade gevşedi ve aralık dudaklarımı kapattım, ellerim buz gibi suya uzanırken onun parmaklarını bileklerimde hissettim; eski sargılarımda dolanırken soğuk teni, tam arkamda duruyordu.
"Bileklerin de daha iyileşmedi."
Kulağıma değen fısıltısı bana yaklaştıkça ensemde soluduğunu biliyordum artık, elleri siyah saçlarıma değdiğinde kafamı kaldırıp arkamdaki bedenine baktım. Aynadaki ıslak yüzümde turlarken irisleri, elleriyle gözümün önüne düşen ıslak saçlarımı geriye taradı. Sonra parmakları cebini buldu, çıkardığı hap kutusuyla gözlerim büyürken kıpırdamama izin vermeden arkamda duran bedenini bana yasladı, bekledi, arkamdaki sıcaklığı bütün hücrelerime karışana dek bekledi. Dudaklarını yalayıp elleri belimden sıyrılırken içinde kırmızı haplar olan kutuyu önümdeki lavaboya bıraktı. "Sana zarar vereceğimi düşündün mü gerçekten hyung?" Diye fısıldadı kulağıma, gözlerim büyürken elimdeki kutuya baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
heaven and back ✥ taegyu
Fanfiction"Zihnini kendi evime çevireceğim hyung. Vazgeçemediğin her ne varsa ben sana dokunurken unutacaksın hepsini. Tıpkı o aldığın haplar gibi, yavaşça kanına işleyecek ellerim. Sen fazlasını arzuladıkça kaçacağım, döndüğümde ise anlayacaksın; damarlarınd...