beşimizin gülümsediği bir fotoğraf, atölyenin eskimiş koltuğunda

242 34 46
                                    

"Onu özlüyor musun?"

"Kimi?"

"Yeonjun'u."

"Özlüyorum."

Kafasını salladı. Titrek bir nefes verdiğini işittiğimde dönüp Kang Taehyun'ın yüzündeki boş ifadeye baktım. "İsmini anmazdın hiç. Ne oldu?" Diye sordum. Bakışları suratıma tırmandığında kaşları hafifçe çatıldı, "Ayıksın." dedi. "Yeonjun'u kaybettiğinden beri ilk defa ayıksın hyung." Ellerim titrerken çıplak bedenimin üzerinde bir tüy kadar hafif duran yorganın altına girip kendimi boğmak istedim.

"İki gün sonra ölüm yıldönümü." Boğazıma çöken bir düğüm, yutkunamadım bile. Unutmuştum. Bir geceliğine de olsa unutmuştum. Unuturum sanmıştım. Odanın duvarlarında gezinen boş bakışlarım, dört duvar arasında sıkışıp kalmışım gibi hissettirdiğinde yatağın kenarında sırtı bana dönük bir şekilde oturan Kang Taehyun'a kaydı, duştan çıktığı için ıslanan saçlarını dağıtırken titrek bir nefes verdi, kalkıp inen çıplak omuzlarında dolanan bakışlarım boşluğa düştü.

Ona bakmak istiyordum, bakamıyordum. Bakmasam da görüyordum fakat hissedebiliyordum da o yorgun ellerinin bütün kederini silip attığı tenimde dolandığını. Tek bir gecede çalmıştı yine bütün bildiklerimi, bu defa her şey bambaşka; onunla severken sevişmek, sevişirken sevmek bütün düşlerimden farklıydı.

"Diğerleri nerde?" Diye sordum. Oysaki ara sıra benim ayık olmadığım zamanlarda gelip bana acıyarak baktıklarını biliyordum. Bu yüzden tedirginliğimi gizlemeye çalışsam da ele veriyordu beni kaçırdığım bakışlarım. Onun karşısında bu kadar korkakken cesur olmaya gücüm yetmiyordu. Omzunun üzerinden dönüp bana baktığında çatık kaşları gevşedi ve o kederli bakışlarının yumuşadığını gördüm, "Her şey ve herkes Beomgyu, senin bıraktığın gibi." yatağın ucunda oturan bedeni ilk kez küçülmüştü karşımda, bacaklarının arasına yasladığı elleriyle oynarken "Hâlâ bana öfkeliler yani." diye sayıkladım kısıkça. "Hueningkai benden hâlâ nefret ediyor."
"Etmiyor. Kimse senden nefret etmiyor hyung. Sadece zamana ihtiyaçları vardı."
"Soobin..." Diye mırıldandım kısıkça, onun isminin dudaklarımın arasından fırlaması bile tüylerimi ürpertti.

"O nasıl?"
"İyi." Dedi. "Geçen gün seni sordu."
"Sen ne dedin?"
"Ayıldı dedim."
"Yalan söylemişsin."
"Öyle mi? Bence artık yalan değil."

Hafifçe gülümsedi. Gözlerimi devirdiğimde yatağın ucundan kalkıp bana doğru yürümesiyle kafamı çevirip boşluğu seyrettim bir süre, sonra onun ellerini hissettim tenimde. Çıplak omuzlarıma değdiğinde parmakları, beni yakan o elleriyle, çenemi kavrayıp gözlerimi sabitledi gözlerine. "Beomgyu." Fısıltısı, gitmesi işin yalvardığım Kang Taehyun'ın hep burada kalışı, bodrum katındaki karanlık odamda benim ışığım oluşuydu tedirginliğimin nedeni. Şimdi geçmişten söz ederken, beni bu bodrum katına kilitleyen kâbuslarımdan; eskisi kadar kötü hissedemiyordum. Neden kötü hissedemiyordum? Kötü hissedemediğine de kederlenirmiş ya insan, iyileştiğim için pişmanlık duyarken tekrar işittim onun beni avutmaya yeten sesini.

"Kaçtığın her şeyle bir gün yüzleşmek zorundasın." Dedi. Ona hiç de yakışmayan bir gülümsemeyle, bana kızmasını beklerken o gülümsüyordu. Kaşlarım çatılırken farkında olmadan kısıkça güldüm ben de, kıkırtımı duyduğunda parlayan irisleriyle baktı bana Kang. "Böyle şeyler söyleme." diye mırıldandığımda ilk defa açan bir çiçek gören kelebek misali seyretti gülümsememi. "Sana hiç yakışmıyor." dedim. "Kızsana bana." Duyduğuna güldü. "Sana kızacak bir sürü sebebim var aslında hyung." Dediğinde yanaklarıma yasladığı ellerinden kaçmak istedim. "Ama bugün değil." Kaçamadım.

heaven and back ✥ taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin