beni nefessiz bıraktığı bir gecede hikâyemin altına imzasını atmıştı

666 54 54
                                    

Doğdumuzda mı başlardı bizlerin hikâyesi? Yoksa bir sabah uyanıp artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını fark ettiğimizde mi, bir vakit değişmeye karar verdiğimizde ve yürüdüğümüz onca yolu geri döndüğümüzde mi?

Sizin hikâyeniz ne zaman başladı?

Benim hikâyem, gözümün önünde dudakları son nefeslerini verirken titreyen ve kollarım arasında yatan arkadaşımın cansız bedeninin önünde diz çökmüş ağlıyorken, beni kucaklayan bir adamın kolları arasında başlamıştı.

Ve bugün, ben o adamın bir parçası hâline gelmiştim.

Dudakları ve ellerinin her hücreme dokunduğu, tenime karışan soluklarının arasında beni nefessiz bıraktığı bir gecede hikâyemin altına bizzat imzasını atmıştı arsızca.

"Hyung sen gerçekten ayık mısın şu anda?" Ağzımın içinde turlayan dili dudaklarımın arasından kaydığında ıslak saçları aramıza düşmüşken sordu sorusunu, nefes nefese; yatak başlığına yasladığı elleri oraya sıkıca tutunurken titrek gözlerim aralandı. "Ordan bakınca değil gibi mi duruyorum?" Kısık sesimi duyduğunda yaralı dudağı hafifçe tek yana kıvrıldı, başlığa yasladığı ellerinden biri tekrar saçlarıma sarılırken anlamıştım onun beni öpene kadar aslında ayık olmadığımı. Sarhoştum ben. Onun sarhoşu. Kang Taehyun ise bu anı bana sonsuza dek hatırlatmaya yemin etmiş gibi öpüyordu dudaklarımı, bütün gökkuşaklarımı karalamıştı soluduğum tek bir nefesiyle; saçlarıma doladığı parmakları canımı yakarken bu hisin ne kadar tatlı olduğunu düşündüm, onun canımı yakmasının bile güzel hissettirdiğini düşündüm o gece. Çünkü o Kang Taehyun'dı. Canımı yaksa öptü derdim beni. Öptü ama öldürmedi.

"Beomgyu."

İsmimi dudaklarımın arasına fısıldadığında bunu daha sık yapmasını diledim çünkü ben onun yanında Beomgyu olmak istiyordum. Yalnızca onun yanında olabiliyordum da. Bütün çıplaklığımı bilen tek kişinin yanında. Bütün çıplaklığıma hiç çabalamadan kavuşanda. "Seni en çok," Dedi dudaklarını yalarken, parmakları üzerimdeki tişörtün eteklerini kavradığında hafifçe gülümsedi. "Üzerinde hiçbir şey yokken seviyorum." Canımı yakan sözcüklerin firar etmeye alıştığı dudakları öylesine muzip bir şekilde iki yana kıvrılıyordu ki ona inanmak istiyordum. Bir Tanrı değildi fakat inanıyordum. Belki de ayıkken ilk defa tapıyordum ona. Şeytanla kumar oynamayı seçmişim de şansım yaver gitmiş gibi sanki.

"Çünkü sen böyle çırılçıplak karşımda duruyorken ben bütün yaralarını görebiliyorum."

Tişörtümü sıyıran elleri belime tutunurken karnıma değen ıslak dudaklarıyla irkildim, tüylerim ürperirken tenime değen kesik nefesleri parmaklarımın gevşekçe saçına tutunmasına sebep oldu.

"Zihnini kendi evime çevirdim bak sonunda. O küçük dilinin arasında eriyen haplar değil artık."

Dizlerim onun karşısında titrerken daha önce sarhoşken duyduğum sözleri şimdi kanım temizken kulağıma değdiğinde al al olmuştu yanaklarım, "Şimdi eğer uslu durursan vereceğim ağzına o çok sevdiğin şekeri." dediğinde başımı yana çevirirken kolumla suratımı örttüm. Bir elim hâlâ saçlarına tutunmuşken bana alttan bakan bakışlarını hissedebiliyordum, hemen ardından kısık kıkırtısını işittim. "Demek utandığında kızarıyosun." Dedi uzun parmakları kolumu sararken, göz göze geldiğimizde gördüğüm gülümsemesi silik bir şekilde tutunmuştu dudaklarının kıvrımına. "Kızarmıyorum." Dedim, kaşlarım çatıldı. Eline şekeri verilmemiş küçük bir çocuk gibi. "Sıcakladım sadece." Diye mırıldandığımda kaçırdığım bakışlarımı bile yakalayandı o, nereye baksam bir şekilde göz göze geldiğim; baktığım her yerde irislerini üzerimde hissettiğimdi.

heaven and back ✥ taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin