9

862 84 27
                                    

Heeseung & Jake

Heeseung:
yüzüğün bende kalmış

Jake's pov

Heeseung'ın attığı mesajı okuduktan sonra hızlıca telefonumun ekranını kapatıp ayağa kalkmıştım, uzun süredir yatıyor olup birden kalktığım için dönen başımla tekrar yatağımın ucuna oturup beklemeye başladım.

Gözümün önündeki siyahlık gittiğinde bakışlarımı oldukça dağınık olan odamda gezdirdim, gözlerim masanın üstündeki gümüş yüzüğe takıldığında gülümseyip kalkmıştım yatağın ucundan.

Başta yüzüğün benimki olduğunu sanıyordum ama sürekli parmağımdan düşmesi ve Heeseung'ın yazdığı şey benim olmadığından emin olmamı sağlamıştı.

Derin bir nefes alıp yanaklarımı şişirdikten sonra boş boş durmak yerine dışarı çıkıp dolaşırsam daha iyi hissedeceğim kararına varmıştım. Düşme ihtimalini de göze alarak yüzüğü parmağıma taktıktan sonra hızlıca kulaklığımı alıp telefonumla birlikte cebime atıp evden çıktım. Evet, ne hırkamı almıştım yanıma ne de anahtarımı.

Apartmanın kapısını kapattığım an fark ettiğim gerçek esen rüzgarla birlikte sertçe çarpmıştı yüzüme.

Bir süre kapıda boş boş bekledikten sonra soğuk havaya alıştığımı düşünüp yürümeye başladım, arada bir gelen titreme hissini saymazsak gerçekten alışmıştım aslında.

Kulaklığımın tekini takıp Heeseung için yaptığım playlistlerden birini açtım yavaşça, yavaşça diyorum çünkü başta emin olamayıp birkaç saniye boş boş bakmıştım açık olan ekrana.

Gittiğim ya da gitmem gereken yeri düşünmeden yürüdüm dakikalarca, farkında değildim ama ezbere bildiğim o sokaklardaydım yine.

Acele etmeme gerek yoktu ama farkında olmadan fazla hızlı yürümeye başlamıştım. Dışardan gören birisi birinin peşimden geldiğini ve ondan kurtulmaya çalıştığımı bile sanabilirdi, kaçtığım tek şey kendi düşüncelerimdi oysa. Onlar da ben hızlandıkça artıp zihnimi doldurmaya devam ediyordu.

Dizlerimde hissetmeye başladığım acıyla yavaşladığımda gözlerimi tanıdık sokakta gezdirdim, Heeseung'ın dolaşırken geçtiği yerlerden biriydi burası da.
Şaşırmamıştım, ondan bağımsız bir şey yapmam imkansıza yakındı zaten. Adımlarımı hızlandırıp en son yapmam gereken o şeyi yaptım, birkaç gün önce Heeseung ile birlikte oturduğumuz o parkın önüne gelene kadar devam ettim yürümeye.

Evden çıktığım ana göre biraz daha ısınmış hava ama hafifçe esmeye devam eden rüzgar, sağ kulağımdan başlayıp tüm beynimde yankılanan şarkı sesi ve önünde duran sokak lambalarının sarı ışığıyla görünebilen o park, her şey 2 yıl öncekiyle neredeyse aynıydı.

Gelmeyeceğinden emin olmama rağmen gözlerim boş parkta onu aradı, salıncaklardan birine oturmuşken sessizce söylediği şarkının tınısını duymaya çalıştım. Yoktu, ona en çok ihtiyacım olduğu anda yine korkup kaçmıştı.

Soğuktan mı yoksa üzüldüğüm için mi başladığını bilmediğim kalbimdeki ağrıyla parkta oturmak ya da eve dönmek arasında gidip geliyordum. Ne kadar o ve onunla ilgili düşüncelerden kaçmak için dışarı çıkmış olsam da içimden bir ses belki gelir diye burada durmamı söylüyordu.

Başından beri ondan kaçmak ister gibi yürüyordum ama geçtiğim yollar evinin yolları, gittiğim yer onun yanıydı. Biz buyduk işte, ne kadar uzaklaşmak için uğraşsakta bir şekilde öncekinden daha yakın oluyorduk. Sonrasında tekrar başa dönüyorduk tabii.

Yapabildiği tek şey buydu çünkü, uzak kalmak istese bile başaramıyordu bunu. Birden hayatımdan çıkıp aynı şekilde aniden geri giriyordu, ne öncesi ne de sonrası umrunda oluyordu onun. İyileştireceğine söz verdiği yaraları derinleştirip kayboluyordu.

İstediğim şey basit bir açıklamayken onu bile yapamayan birisi için kendimce sebepler bulup kendime karşı onu savunuyordum, bana kalsa Heeseung'ın hiçbir suçu yoktu zaten. Belki de bu yüzden kurtulamıyordum hislerimden.

Ayrıldıktan sonra çevremdekilerin, özellikle Jungwon ve Sunoo'nun zorlamalarıyla konuşmaya başladığım birkaç kişi de olmuştu, sonuç aynıydı, Heeseung.

Heeseung da severdi o kitabı, onun da en sevdiği renk buydu, o da saçlarını mavi yapmak istiyordu, en sevdiği şarkıydı bu.
Kader sanki başkasını sevemezsin der gibi ona benzer yüzler, benzer kişilikler çıkarmıştı karşıma.

Parmağımdaki gümüş yüzüğün kayıp gitmesiyle birlikte gözyaşlarım da düşmeye başlamıştı. Doğum gününde aldığım ve yetersiz gördüğüm o yüzük yüzünden Heeseungla tanıştığımız parkın önünde bir kaldırım köşesine oturmuş ağlıyordum şimdi, bugün biraz garipti sanırım.

Birkaç saniye önce tuttuğum nefesimi verdikten sonra oturduğum yerden kalkıp son kez boş olan parkta gezdirmiştim ağladığım için yanmaya başlayan gözlerimi, yapacak hiçbir şeyim yoktu.

Heeseung'ı seviyor olabilirdim ama birlikte olmak istemiyorsa onu zorlayamazdım. Sana zarar veriyorum düşüncesinin gerçek olmadığını kanıtlamak için çok uğraşmıştım ama o bunu kabul etmek yerine aynı şeyi tekrar etmeye devam ediyordu. Kendime eskisi gibi aptal olmayacağım diyordum ama bir yanım ne zaman dönmek istese aynı yerde durmuş onu bekleyeceğimden emindi. Heeseung bu yüzden bu kadar rahattı belki de.

Eve dönerken son kez olduğunu umarak geçtim aynı yollardan, içimdeki hissin anlık bir sinir olduğunu ve birkaç saat sonra tamamen gideceğini bilmeme rağmen son olmasını istedim.

Değildi, ben ne kadar istemiyorum desem de dinlediğim basit bir şarkıda bile ona ait bir şey arayacaktım, yaşadığım herhangi bir olayın en küçük detayı bile onu hatırlatacaktı bana, kaçmaya çalışırken onun çevresinde dönmeye devam edecektim.

-

ben biraz duzyazi yazamiyorum sanirim

attention #heejakeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin