1.8

837 124 89
                                        

woest-surround me.

günlerden salı, saat üçe doğru gelirken televizyonun karşısındayım. plakta açtığım şarkının sesi dolduruyor evi. ama o an şarkının varlığından bile haberdar değilim gibi. dün attığım mesajdan sonra ellerim de bir türlü ısınamadı üstelik. evin neredeyse her yerini dört beş kez turladıktan sonra uykusuz halimle oturduğum kanepede yaşanacakları düşünüyorum. gel demiştim ona, aşmayı istediğim adama hiç düşünmeden gel demiştim.

ve içimden bir his geleceğini söylüyordu.

hava garipti, kapalı değildi ama açık da diyemezdim. yağmur ha yağdı, ha yağacak gibiydi. tam olarak güz gibiydi hava. gülümsüyorum.

güz çiçeğim.

saat dörde yaklaşırken yavaş yavaş zihnimin benden uzaklaştığını hissediyorum. o en son buraya geldiğindeki gün gibi bulanık zihnim. kafamda bir türlü oturtamadığım şeylerin esiriyim bugün de. gerginlikten yediğim tırnaklarıma bakıyorum. midemde de gitgide büyüyen ağrı hiç yardımcı olmuyor bana. zihnimde sürekli onun silueti, kalbimde günlerdir görmediğim yüzünü görecek olmamın heyecanı var.

öte yandan da mantığımla kalbimin açtığı savaşı izliyorum. mantığım sürekli beni tembihliyor, sana yaptıklarını unutma diyor. günlerce bu kanepede iki büklüm ağladığın günleri, kaç kez onu aramak için açtığın telefonunu kapatmalarını, boğazından geçiremediğin lokmaları, uykusuz gecelerini.. zihnim bunları unutmamam için bas bas bağırıyor ama kalbim, kalbim bana hiç yardımcı olmuyor.

acaba nasıl gözüküyor şimdi? yarası var mı? o da mı üzüldü gittiği için? özlüyor muydu beni? yemek yedi mi ya da? aç değil, değil mi? kolundakı yaralar neden?

neyin içindesin sevdiğim?

sonra üzerime bakıyorum, onun bana aldığı hoodie var üzerimde. o gece giderken düşürdüğü bilekliği de bileğimde. gülümsüyorum aptallığıma. savaşı kimin kazandığını biliyorum çünkü.

plaktaki şarkılar bir biri ardına devam ederken saate bakıyorum.

15:47.

midem öyle bir ağrıyor ki anlatamam. sanki kaç kilogram ağırlığı taşıyorum midemde. o kanepede kaç dakika hatta kaç saat oturduğumu bilmiyorum.

bir türlü ısıtamadığım ellerimi sweatimin kollarıyla ısıtmaya çalışıyorum. sonra ise bir ses duyuyorum.

kapı sesi.

oturduğum kanepeden aniden kalkıp kapıya ilerliyorum. kapı deliğinden kimin geldiğine bile bakmaya cesaret edemiyorum o an. bu bizim onunla ayrıldıktan sonra ilk normal konuşmamız olacak diyorum içimden, zihnimi, kalbimi hatta tüm bedenimi terk etmeyen gerginliğin sebebinin suçunu da bu duruma atıyorum.

kaç dakika kapının önünde bekliyorum bilmiyorum ama diğer tarafta kimin olduğunu biliyorum. minho da benim gibi bir kez kapıyı çaldıktan sonra bekliyor orada öyle. kendine gel diyorum içimden çünkü gitmesinden korkuyorum. bunca zaman sonra ilk kez seungmin ve minho olarak konuşacağız diyorum sonra. derin bir nefes alıp kapıyı açıyorum.

zaman duruyor sanki. kalbim öyle bir atıyor ki, o an dünyanın değil evrenin en güzel gören insanıymışım gibi hissediyorum. saçları dağınık, kaşında morarmaya yüz tutmuş bir yara, göz altları çökmüş ama bütün bunlara rağmen bile öyle güzel ki karşımdaki adam. mest oluyorum. büyümüş diyorum içimden, ayrıldığımızdan bu yana ilk kez bakmıyorum yüzüne belki ama bu onu seungmin olarak, minho'nun seungmin'i olarak ilk görüşüm. bakmıyorum sadece, minho'yu görüyorum.

505 • 2minHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin