"bence ortam çok gerilecek." diye seslendi jisung elini tuttuğu sevgilisine. parti yerine gelip oturduklarından beri sürekli tırnaklarını yiyordu jisung. doğru mu yapmışlardı bilmiyordu ama yapacak bir şey de yoktu. her şey hazırdı.
plana göre felix ve changbin minho'yu getireceklerdi. seungmin ise çoktan jeongin'lerle gelmiş ve hepsi birlikte bir kenarda oturmuşlardı. aslında her şey basitti, tabi minho ve seungmin'in nasıl tepki vereceklerini bilmiyorlardı. ikisi de o geceden beri birbirlerini görmemişti çünkü.
jisung korkuyordu. işlerin sarpa sarmasından ve arada kalan son saygı kırıntılarının da kaybolmasından çok korkuyordu. diğerlerinin de ondan geriye kalır yanı yoktu aslında. hepsi sanki patlamaya yakın bir volkanın yanına kurulmuş bekliyorlardı. ya devam edeceklerdi, ya da yok olacaklardı.
ama hepsi aynı zamanda tüm bu olanlara bir son vermenin zamanının geldiğini de biliyordu. korksalar bile zorundalardı. ki hepsi buluşmadan önce konuşmuş ve bahanelerini de hazır etmişlerdi. eğer olaylar istedikleri gibi gitmezse chan devreye girecekti. çünkü her ne olursa olsun ne minho, ne de seungmin chan'a saygısızlık etmezlerdi. chan her şeyi üstüne alacaktı, diğerlerini özlediğini ve grubun tekrardan bir arada olmasını istediği için böyle bir plan yaptığını söyleyecekti.
pek tabii bu plan hepsi için b planıydı. kimse kötü olanı düşünmek istemiyordu.
"jisung, bebeğim," dedi hyunjin sevgilisinin elinden sıkı sıkı tutmaya devam ederken. "yapmamız gerek, her ne olacaksa olsun artık. belirsizlikten hepimiz sıkıldık." kafasını sallamıştı jisung hyunjin'in cümlesine karşılık.
"buraya geldiğime inanamıyorum." demişti jeongin'e seungmin de aynı zamanda. geldiklerinden beri somurtarak oturuyordu seungmin. "hadi ama bir kerelik eğlenelim," dedi jeongin.
"anlamıyorum cidden neden bu kadar ısrar ettin ki? hani sen hiç-"
"merhaba çocuklar!" demişti felix seungmin'lerin oturduğu yere yaklaşırken. lafını bitiremeyen seungmin sesin geldiği tarafa bakmıştı.
işte oradaydı.
felix ve changbin el ele önde dururken minho onların arkasında öylece yüzüne bakıyordu seungmin'in. ardınca sırayla hepsine bakmış sonra derin nefes alarak jisung'un yanına oturmuştu minho.
seungmin olayın şaşkınlığını atlatamadan arkasına yaslanmıştı. tam önünde oturuyordu minho. kendisinin aksine siyahlara bürünmüştü.
siyah botlar, siyah bir pantolon ve siyah gömlek.
içi sızladı seungmin'in. minho hiç değişmemişti. giyimi, oturuşu, gergin olduğundan dudaklarını ısırma alışkanlığı, biraz sonra aldığı içkiden sonra, o bile dedi içinden seungmin. içtiği içki bile değişmemişti.
sende değişen tek şey benmişim demişti sonra içinden.
ortamın gerginliğinden chan bile sıkılmıştı bir süre sonra. bu yüzden eliyle felix'e işaret vermişti. grubun neşesiydi felix. her ne olursa olsun herkesin ona yumuşak tarafı vardı. bu yüzden en büyük yük felix'e düşüyordu.
"baksanıza, şuradaki çocuk var ya," demişti felix eliyle ötedeki çocuğu gösterirken. herkes refleks olarak dönüp çocuğa bakmıştı sonra. "ismi yeosang, san'ın geçen kavga etmesinin sebebi oymuş." diye devam etmişti heyecanlı bir şekilde. kafasını sallayarak onaylamıştı changbin sevgilisini. "aşıkmış." diyip gülmüştü ardınca da.
"ama belliydi yani, yeosang nereye gitse peşindeydi san." gülmüştü jisung. "umarım bir şans verir san'a. çocuk dağı delecek az kaldı." demiş ve kahkaha atmıştı hyunjin de sevgilisinin ardından.
diğerleri de sohbete dahil olmuştu bir süre sonra. seungmin ise elindeki içkiyle bakışıyordu o sırada. ara sıra gözlerini değdiriyordu önünde oturan minho'ya.
zayıflamış diyordu içinden, gözlerinin altı da mor. acaba yine sabaha kadar oyun mu oynuyor? yoksa sevdiği başka birisi mi var? benimle ilk tanıştığımız zamanlardaki gibi sabahlıyor mu onunla da? beni güldürmek için büründüğü kişiliğine bürünüyor mu onunla da konuşurken?
ya da diyor sonra seungmin, benim gibi sen de sabaha kadar kokunu bulmak için sarıldığım yastığınla sabahladığım gibi sabahlıyor musun?
gözleri doluyor sonra seungmin'in. kafasını sallıyor sağa sola. ağlamayacağım diyor, güçlü olmalıyım. umrunda bile değil onun, ben neden ağlayacakmışım diyor kendi kendisine.
minho ise görüyor küçüğünün gözlerini, yakınında çünkü. hoş, uzakta olsa bile anlardı minho. gülümsüyor ufaktan, öyle bir gülümsüyor ki kendisinden başka kimse görmüyor.
"seungmin, alo," diye tekrardan sesleniyor hyunjin. "efendim?" diyor seungmin de kısık sesle. "deminden beri sana sesleniyoruz, duymadın bir türlü." hyunjin'e bakmaya devam ediyor seungmin anlamaz bir şekilde. "her neyse, şu ödev işini ne yaptın? jeongin söyledi, tezin varmış." jeongin'e baktıktan sonra onayladı hyunjin'i seungmin. "halletim, bir sorun vardı ama rehber hocayla çözdük birlikte."
gülümsedi hyunjin. "o moruk hocanın bir işe yaradığına sevindim." dedi sonra. karşılık olarak gülümsedi seungmin de. bir süre daha öylece konuşmaya devam etmişlerdi. sadece iki kişi sessizdi o sırada. geldiklerinden beri ne minho, ne de seungmin herhangi bir şey yapmışlardı. sadece bir ara kalkıp mutfak tarafa gitmişti minho. sonra da gelip yerine oturmuş, elindeki içkisini yavaş yavaş yudumlamaya devam etmişti.
neden kalkıp gittiğini ise bir süre sonra anlamışlardı. çünkü woo elinde bir su şişesi ve birkaç bardakla gelmiş, hepsini masaya bıraktıktan sonra ayaküstü muhabbet etmiş ve gitmişti.
diğer bardaklar öylesineydi, su seungmin içindi. seungmin de dahil herkes biliyordu bunu. çünkü seungmin içkiyi içtikten sonra su içerdi, midesini rahatlattığını söylerdi. sinirlenmişti seungmin, kaşlarını çatmış sonra da minho'ya bakmıştı.
çünkü burası senin için çok soğuk.
duyduğu şeyle donakalmıştı seungmin.
bu yüzden izin ver iki elini de kazağımın deliklerinden tutayım.
geldiğinden beri herhangi bir duygu kırıntısı göstermeyen minho da duyduğu şarkıyla donakalmıştı.
"senin işin mi bu?" demişti şaşkınlıka hyunjin. "hayır, tamamen tesadüf." demişti jisung da sevgilisine. masadaki iki kişi dışındaki herkes birbirine bakmış ve gülümsemişti. çünkü ikisinin şarkısıydı bu ve herkes biliyordu.
bir sevgi, iki ağız.
yutkunmuştu seungmin. gözlerini minho'dan ayıramıyordu.
minho'nun da seungmin'den bir farkı yoktu. aylar sonra ilk kez hissettiklerini gözlerine yansıtmıştı minho.
bir sevgi, bir ev.
sabahtan beri direnen bir damla yaş karışmıştı hiçliğe seungmin'in gözlerinden.
sadece biz, sen anlarsın.
gözleriyle konuşmuştu ikisi de o an.
ama ne seungmin sesli söyleyebilmişti içindekileri, ne de minho silebilmişti seungmin'in gözyaşlarını.
ikisi de şarkı bitene kadar bakışmış, ardınca da minho elindeki içkiyi bir dikişte bitirmiş sonra ise kalkıp gitmişti.
o gece seungmin sabaha kadar minho'nun giderken evde unuttuğu sweatine sarılarak ağlamış, minho ise geceyi boks salonunda sabah etmişti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
505 • 2min
Fanfictionksmin gittiğimiz ilk deniz kıyısı, dinlediğimiz ilk şarkı, bana verdiğin ilk sweather, saçlarıma taktığın ilk toka, birlikte izlediğimiz ilk film, gittiğimiz ilk restoran, seviştiğimiz ilk gece, bana seni seviyorum dediğin ilk gün, silikleşmiş anıla...