on beş

841 71 32
                                    

ogeday, timuçin

boş bardaklar masadan kaldırılırken ismail, garsona dönüp üçer bira daha getirmesini söyledi. bu sırada, bir saat geçmiş olmasına rağmen masada hâlâ bir gerginlik vardı. ogeday, sandalyesinde kıpır kıpırken bir yandan etrafı seyrediyor; karşısındaki ismail ve timuçin ikilisi de olabilecek en sakin şekilde muhabbeti açmaya çalışıyorlardı. söylenilen biralar gelene kadar üçünün de ağzından tek kelime çıkmamıştı.

"ee, timuçin," diyerek dirseklerini masaya dayadı ogeday. "ne sikime hâlâ buradasın?" ismail, timuçin'e bakıp ses çıkarmadı. "bakayım hangi sikineymiş."

"aptal," diye mırıldanarak geri çekildi. "iso ya, ilk buluşmamızda bu düdüğün olması ne kadar doğru?"

"bence çok da önemli bir," iso, cümlesini bitiremeden timuçin, araya girdi. "giderim o zaman, sorun yok." dedi tavır yaparmışçasına. masadaki cüzdanını ve sigarasını ceketinin ceplerine sokuştururken ogeday, ikilemde kalmış bir şekilde onu izliyordu. "aman, tamam ya," dedi kafasına yana atarak. "tamam, otur, bir şey demedik."

"ne alaka, oğlum? istenmediğim yerde neden durayım? bir saattir sohbet dönmüyor masada."

"bence ogeday öyle demek istemedi,"

"iso, mal mısın sen de ya," cüzdanından para çıkardı. "ödersiniz benimkini."

"kapuçin, tamam amına koyayım ya," masada öne doğru çıktı. "gitmene gerek yok. ortam daha gergin olabilir."

"oğlum bir kere gidiyorum diye hallendim, şimdi oturursam çok pis göt olurum."

"götsün zaten," sandalyesine yaslandı. "otur hadi." timuçin, parayı cüzdanına koyup birasını yudumladı. "içinde su yoksa inek gibi zırlarım."

ismail de biradan bir yudum aldı. "diğerleri böyle değildi sanki."

"ogeday, ben görmeden işedin mi ne yaptın orospu çocuğu çabuk doğruyu söyle."

"sikimi çıkarmıştım ama işemek için değildi." timuçin, hafifçe sırıttı ve ağzına çerezlerden attı. yaklaşık bir saat içinde masadaki gerginlik sıfıra inmişti ve içinden çıkamadıkları bir sohbete girmişlerdi. çenesi asla kapanmayan ilk kişi olan timuçin, ismail'in tuvaletten geldikten sonra ogeday'ın yanına oturduğunu görünce durulmuştu ve yalnızca soru tarzındaki cümlelere tepki veriyordu. ikili, dördüncü birasını içerken timuçin, beşinci birasını söyledi. "tüm haftalığın gitti kanka şu an."

"bir şey olmaz," masaya gelen bira bardağına birkaç saniye boyunca gözlerini dikti. "bundan sonra içmeyeceğim, çakırkeyfim şu an."

"içme zaten." ogeday ve ismail, timuçin'in sohbetten uzaklaştığını anlayıp kendi aralarında konuşmaya başladılar. timuçin, gözlerini bazen onlara dikiyor; bazense telefonunu alıp haberlere bakıyordu. ogeday, elini ismail'in ensesine koyup okşamaya başladığında birkaç saniyeliğine timuçin'e baktı ve izlendiğini gördüğünde tüm bedeniyle ismail'e dönük oturup ensesini okşamaya devam etti. timuçin, bakmadığı telefonunu kapatıp elini yumruk yaparak çenesine dayadı ve rahatsız edici bir şekilde ikiliyi süzmeye başladı.

bakışlarının boş olduğunu hissedip bazen gözünü kapatıyor ama sınırda olduğunu bilmesine rağmen beşinci birasını ısrarla içmeye devam ediyordu. son yudumu aldığında bardağı sertçe masaya bıraktı ve ismail, bakışlarını timuçin'e çevirdi. herhangi bir tepki vermeden tekrardan ogeday'a dönecekken ogeday, çoktan ayağa kalkmıştı. "nereye?" diye sordu merakla. "tuvalete." deyip ilerledi.

ismail, masada ellerini kavuşturup timuçin'i izledi. "istersen sen de bi' elini yüzünü yıka." dedi timuçin'in boş baktığını fark ederek. timuçin, yalnızca kafa salladı ve ayağa kalkıp ogeday'ın yürüdüğü yoldan geçti.

tuvalete ulaştığında, aynada fotoğraf çeken genç adam dışında kimse yoktu ve tüm kabinlerin kapısı kapalıydı. timuçin, kabinlere yaklaşıp kapılarını ittirmeye başladı. "hangisindesin?" sesi canlıydı ama hırıltılı geliyordu. "neredesin?" ittirmesine rağmen açılmayan ilk kapıyı tıklattı. "ogeday? açsana abiciğim." içeriden gelen sifon sesiyle timuçin, bir adım geriye çekildi ve kapının açılmasını bekledi. içeriden çıkan yüzü tanımıyordu. "pardon." karşısındaki adam ona gülümseyip lavaboya yöneldi.

timuçin, sanki tüm kabinleri kontrol etmiş gibi ogeday'a, nerede olduğunu soran mesajlar atmaya başladı. bu sırada tüm tuvalet boşalmıştı ve timuçin de kapıya yaklaşıyordu. tam bu sırada adımlarını durdurup arkasına baktı ve açılan kapı sesine doğru ilerledi. ogeday'ın çıktığını görünce kaşlarını çattı. en durgun ve en kısık sesiyle, "sana o kadar seslenmiştim," dedi. "neden 'buradayım' demedin?"

"maksat trabzon'luyu kızdırmak." dedi ve ellerini yıkadıktan sonra kalçasını lavaboya dayadı. "çok kızgınım sana." diyerek ogeday'ın karşısına dikildi timuçin. "o nedenmiş?"

"iso'ya çok yakın davranıyorsun," yutkundu. "elin dakikalarca onun ensesindeydi."

ogeday, bıyık altından gülüp ifadesini ciddileştirdi. "kıskandın mı peki?"

"evet." dedi bir saniye bile düşünmeden. "neden?"

"nedenini bilmiyorum, rahatsız oldum," gözlerini, göz kapaklarını titreterek kapattı ve derin bir nefes aldı. "seni rahatsız etmesi beni ilgilendirmez." kalçasını dayadığı lavabodan birkaç santimetre uzaklaştı ve timuçin'le, yüzleri öncekine kıyasla daha çok yakınlaştı. "dikilmeyi bırakacak mısın?" çenesini havaya kaldırıp yüzünü timuçin'e yaklaştırdı ve geri çekildi. "gerçekten rahatsız olmamı umursamıyor musun?"

"umursamıyorum," irisleri, yalnızca bir saniyeliğine timuçin'in dudaklarına kaydı. "kıskanma kimseyi."

"ona dokunmanı istemiyorum ki," dedi. "bu kadar yakın mesafeden nefesini hissetmek tuhafmış."

"iso bekliyor masada." sol ayağını kapıya doğru uzatırken timuçin, bileğinden tutup gitmesini engelledi. "beklesin o."

"neden?"

"eğer tekrar ona dokunacaksan, sabaha kadar bile bekleyebilir."

"arkadaşını bu kadar kıskanmamalısın." dedi iğneleyici bir tavırla. "kıskandığım kişi iso değil ki," ogeday, şaşırmamış bir ifadeyle timuçin'e bakmaya devam etti. "seni kıskanıyorum ben."

ogeday, tepki vermeden tekrardan kapıya yönelmeyi denedi ama timuçin, onu yine engelledi. "ogeday," ogeday, kafasını tam ona çevirecekken dudaklarında hissettiği sıcak bir dolgunluk yüzünden gözlerini kapattı ve timuçin'in dudaklarını, yalnızca birkaç saniyeliğine kendi dudaklarına hapsettikten sonra timuçin'in birkaç adım geriye gitmesini izledi. ikisi de göz temasını bozmamıştı. ogeday, bu sefer gerçekten şaşırmış gözlerle onu izliyor; timuçin ise göz temasını zar zor koruyacak derecede utanç hissediyordu.

timuçin, hızla kapıya yönelip adım atacakken ogeday, ceketinin iki yakasından da tutup onu kendisine çevirdi ve dudaklarını birleştiren kişi bu sefer o oldu. elini ensesine çıkarıp kendisine doğru bastırırken, timuçin de elini ogeday'ın saçları arasında dolaştırıp acıtmayacak şekilde çekti. nefesleri birbirlerine karışıp dudaklarının ıslaklıklarının birbirine nüfuz ettiği saniyeler içinde tuvalete girip çıkan olmamıştı ama yine de ogeday, timuçin'i omuzlarından ittirip aynı esnada geriye birkaç adım attı.

bu sefer birbirlerine bakmıyorlardı. timuçin, kabinin tahtasına yaslanıp tavana doğru baktı. "çık sen." dedi kısık bir sesle. bu sırada musluktan akan bir damla su, sağır edici bir gürültüye ev sahipliği yapmıştı. ogeday, olduğu yerde irkilip daha fazla oyalanmadan tuvaleti terk etti.

ogedayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin